❦ 16

68 11 22
                                    

"Ne düşünüyorsun?"

San, kocaman gülümseyerek konuşmuştu, bir eli ise Wooyoung'un gözüne bağladığı kumaştaydı.

"Gözlerini açmamı ister misin?"

Bekledi birkaç saniye, gülümsedi.

"Doğru ya. Konuşamazsın. Ne acı."

Sonunda Wooyoung'un gözlerindeki bağı çözdü nazikçe. Göz göze geldiklerinde gülümsemesi büyümüş, dizlerinin üstüne çöküp eşitlemişti sandalyeye bağladığı mor saçlı ile boyunu.

"Sen beni öptün. Kaçman gerektiği yerde beni öptün Wooyoung. Halbuki o sana bir şans tanımıştı."

Parmak uçlarını, yumuşak dudaklar üstünde yavaşça ve nazikçe gezdirirken derin derin düşünüyordu. Evet...

San, Wooyoung'un dudaklarını dikmişti.

"Dudaklarını benimkilere dikmek isterdim, böylece sonsuza kadar seni hissedebilirdim ama..." Kıkırdadı. "Canımın acımasını sevmiyorum, anlarsın ya."

Wooyoung bulunduğu bu duruma rağmen gözlerini devirmeden edemedi. Dudakları dikili olmasa ağzına gelen her küfrü sayabilirdi ama işte...

Pekala, hadi biraz geri gidelim ve ikiliye neler olduğunu anlayalım.

San'ın arkasındaki o silüet Wooyoung'a kaçması için zaman tanımıştı fakat Wooyoung San'ı bir anda öpmeye karar verdiğinde -ki neden böyle bir şeyi yaptığını hâlâ sorguluyordu- bir anda gözleri kararmıştı. Ayıldığında ise kendini bu halde bulmuştu fakat nedense korkmamış veya gerilmemişti.

Sıkılmıştı sadece.

O sırada San cebinden çıkardığı neşter ile ilgileniyordu.

"Dudakların çok yumuşak, Wooyoung," dedi oyuncu bir sesle ve morlunun önüne çöktü. "Biliyorsun, öpüştüğümüzde kafam pek yerinde değildi, o yüzden hissedememiştim. Dikerken farkına vardım."

Durdu, başını hafifçe yana yatırırken tebessüm etti masumca.

"Vücudumun her yerinde hissetmeyi dilerdim dudaklarını."

Wooyoung istemsizce tebessüm etti, dudakları gerildiği için sızlayana kadar fark etmemişti bile gülümsediğini.
Ancak yanlış anlamayın, kafası fazlasıyla karışmıştı ve gözleri sorgularcasına bakıyordu ayaktaki bedene.

San, Wooyoung'un tebessümüne karşılık onun önüne çömeldi ve yüzüne fazlasıyla masum bir gülücük yerleştirdi.

"Eğer buradan ikimiz de sağ çıkarsak seni sürmeme izin ver."

Böyle fısıldadığında baskın olanı nasıl büyük bir etki altına aldığının elbette farkındaydı. 

Wooyoung duyduklarını algılamaya çalışırken San neşterin ucunu onun dudaklarının arasına dayadı ve ilk dikişi kesti dikkatle.

San, Wooyoung'un dudaklarını dikerken bir cerrah gibi titiz davranmıştı.
Wooyoung kendine gelince hafif bir sızı haricinde bir şey hissetmemişti resmen.

Şimdi aynı titizlikle dikişleri kesiyordu.

"Yüzündeki bıkkın ifade de ne öyle?" diye mırıldandı dikişlerle işi bitince. Şimdi sıra cımbızla ipçikleri çekip çıkarmaya gelmişti.

Wooyoung cevap vermedi, canı acıyordu ama elbette belli etmeyecekti.
Önündeki psikopat beden onun dudaklarıyla ilgilenirken o da arkadan bağlanmış ellerini çözmekle uğraşıyordu.

O sırada bileklerindeki kalın halat, sanki birisi müdahale etmiş gibi bir anda çekilip çözülüvermişti.

Wooyoung, yere çarpan halatların sesini saklamak için boğazını hafifçe temizledi, sonraki birkaç dakika boyunca San'ın işini bitirmesini bekledi.

San, delik deşik olmasına rağmen hâlâ öpülesi duran dudakların üstündeki kanı uzanıp diliyle temizlemişti yavaşça.
Mor saçlının içi titremişti dudaklarının arasından yılan gibi sızan dile karşılık, bileklerini hâlâ arkada tutuyordu.

Yine de karşılık verdi tehlikeli öpücüğe.

Şu an ne yeri ne zamanıydı fakat Wooyoung, önündeki küçük bedeni kucağına çekip sonrasında altında harap etmek istiyordu.

Ama yapmayacaktı.

İki beden soluk soluğa ayrıldıklarında siyah saçlı, karşısındakinin yüzüne baktı birkaç saniye ve ondan hemen sonra ayağa kalkıp üstünü düzeltir gibi yaparak uzaklaştı oradan.

Wooyoung belli ki bir evin salonundaydı, salon oldukça geniş ve şık dekore edilmiş haldeydi.
Evin diğer odalarını da merak ediyordu ve buranın kimin evi olduğunu da.

San'ın bir odaya girdiğini ve kapıyı kilitlediğini duydu, sonra sandalyesinden yavaşça kalktı.

Salon pencerelerine yaklaşıp dışarıya baktı, birkaç apartmandan oluşan büyük bir sitedeydi ve insanlar etrafta geziniyordu akşam saatlerinin tadını çıkarmak istercesine.

Camdan bakışlarını çekip salondan ayrıldı, koridora vardığında evin gayet büyük olduğu ortaya çıkmıştı apartman dairesi olsa bile.

Salonun hemen yanındaki kapıyı açtığında mutfağa girmiş oluyordu, etrafını incelemeyi kesip gözüne kestirdiği ilk bıçağı aldı eline hemen.

Buradan sağ çıkması gereken kişi kendisiydi, o psikopat herif değil.

Ya da belki de sadece evden kaçıp gitmeliydi.

Hemen önünde duran evin kapısına uzandı ve kapı koluna asıldı, kapı kolayca açılırken gözlerinin gerginlik ve mutluluktan dolduğunu hissedememişti bile.
Gerçi çıkıp gidemedi çünkü arkasından gelen titrek ses onu durdurmuştu.

"Gitme... Beni bırakma..."

"Chan..?"

lost reflection ❦ woosanHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin