❦ 14

59 11 25
                                    

San telefonunu Yeosang'ın yatağına fırlatıp bıkkınlıkla nefesini dışarı saldı, ardından ayaklandı.

Çok sıkılmıştı ve Wooyoung onunla konuşmayı kesinlikle reddediyordu.

Evet, tanıştıklarından beri anlaşamazlardı ama araları hiçbir zaman çok kötü olmamıştı, ta ki ikisinin banyoya kilitlendiği o güne kadar.

San ne olduğunu anlamıyordu. Wooyoung'a elinden geldiğince bulaşmaz, önemli olmadığı sürece onunla konuşmazdı bile. Fakat Wooyoung sürekli tersti.

Şimdi olduğu gibi.

Uflaya puflaya mutfağa ilerletti adımlarını, ardından buzlukta büyük bir paket içinde duran wafflelardan birini çıkardı ve mikrodalga fırına attı. Ve hayır, tabak kullanmamıştı.
Waffle ısınana kadar tuvalete gitmeye karar kılınca koridorun sonuna doğru isteksizce yürüdü.

O sırada Wooyoung çıkmıştı Mingi ile paylaştığı odasından. Doğru düzgün hiçbir şey yemediği için karnı açlıktan kazınıyordu, San'ın evde olduğunu düşünemeyecek kadar yemek odaklıydı aklı.

Mutfağa varınca mikrodalga fırının çalışır halde olduğunu fark etti, bıkkınlıkla iç geçirip bir tabak çıkardı.

San yine dağınıklık peşindeydi.

Çoktan ısınmış olan waffleı tabağa yerleştirdi, buzdolabında özellikle Seonghwa'dan sakladıkları çilekli şurubu çıkarıp üstüne döktü. Tabağı tezgahın ucuna yerleştirdikten sonra bir el bezini ıslatıp fırının kirlenmiş tarafını sildi.

San ise çoktan mutfağa girmiş, mor saçlı bedeni izliyordu sessizce.

"Teşekkürler," diyebildi en sonunda.

Wooyoung'un içi korkuyla ürpermişti tanıdık yumuşak sesi duyunca fakat belli etmemeye çalıştı, ne kadar başarılı olduğunu bilmiyordu gerçi.

"Artık tabak çıkarmaya üşenme. Ya da arkanı topla," dedi el bezini lavabonun kenarına koyarken.

San, mor saçlı ile uzun zaman sonra doğru düzgün bir diyalog kurduğu için heyecanla yerinde kıpınırken Wooyoung çoktan onun yanından geçip gitmişti.

Fakat San'ın arkasından çıkan incecik, neredeyse belirsiz bir dumana benzeyen insan silüetini fark edince duraksadı.

"San, sen neyin peşindesin?" diye sordu sabırla. "Bir boklar yedin ve bunu kimsenin bilmesini istemiyorsun. Ama senin karşında aptal yok ve gayet iyi farkındasın bunun."

San bu sözlerin üzerine dudaklarını birbirine bastırmıştı hafifçe, eli yumruk biçimini alırken başının titrediğini, gözünün seğirdiğini hissedemeyecek kadar öfke dolup taşmıştı.

Hâlâ arkası dönük olan mor saçlı bedenin boynunu kavrayacağı anda -amacı az sonra elleri arasında olacak boynu tek bir temiz hareket ile kırmaktı- içinin ısındığını, vücudunun gevşediğini hissetti.

"Wooyoung," derken sesinin tonu bile değişmişti.

Wooyoung yavaşça dönüp baktı çaresizce adını mırıldanan bedene. Nedense gördüğü şey onu pek şaşırtmamıştı.

San'ın hemen arkasında onun tıpatıp aynısı olan, fazlasıyla silik bir silüet vardı.

"Wooyoung," dedi çaresiz silüet. "Kaç, yalvarırım. Birkaç saat uzak dur bu evden."

Mor saçlı olan her ne kadar şaşırmamış gibi hissetse de vücudu kaskatıydı; hoş tınılı, yankılı ses tonu kulaklarını doldururken ne yapacağını düşünüyordu.

En sonunda arkasını dönüp kaçmak yerine olaya kısa süreliğine de olsa bir çözüm getirmeye karar verdi.

San'ın yüzünü kavradı narince, ardından yumuşakça uzandı, öptü onu.

San ise ağlayarak karşılık verdi ona.

Birbirlerinden ölesiye nefret eden ikili, sanki evrendeki en değerli şeye dokunuyormuş gibi birbirlerinin dudaklarına dokunurken zamanın da, gözyaşlarının da nasıl geçip gittiğini fark etmemişlerdi bile.

Tm ne alaka diye sorabilirsiniz ama woosan kitabı bu amk,, öpüşmeleri lazımdı artık haksızsam söyleyin 😔✊🏽

lost reflection ❦ woosanHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin