lee minho, 21.05.22
siyah sweatimi kafama kadar çekmiş, elimde öylesine tuttuğum su bardağındaki sudan bir yudum alarak az sonra sahne alması gereken çocuğu bekliyordum. ancak ne gitarı görünürdeydi, ne de arkadaşları.
tam tamına üçüncü gün bugün. o grubu tekrar dinlemek ve görmek için ancak göremeyişimin üçüncü günü.
herhangi bir nedeni yok, pure'u seviyorum ve müzik tarzları her zaman güzel oluyor bu odanın. yine de diğer günler çıkan grupları o kadar sevmiyorum. çünkü dinlemedim.
derin nefes vererek yeni sigaramı yaktım, birkaç dakika daha bekledim. içimden geçirdim her seferinde, gelecekler bu sefer diye.
üç gece önce ilk defa çarpıntı yapan şey kahve olmamıştı, uzun zaman sonra biriyle bu kadar rahat konuşabilmemdi.
galiba sadece aptaldım. sorabilirdim ona ne zamanlar sahne alıyorsunuz diye üç gün boyunca gelmek yerine. ancak o an düşünememiştim. uykum vardı, sigara içiyordum, en sakin müzikleri dinlemiştim ve biraz serin bir havada bir bankta oturuyordum. pek mantıklı düşüneceğim bir an değildi yani.
yerimde daha rahat bir şekilde oturup hâlâ boş duran sahneye baktım. her gün işten çıkıp buraya geliyor, diğer grupları dinlemeden gidiyordum.
telefonu elime almak üzereyken odanın kapısı açıldı ve yağmurdan kaçmış olduğu belli olan, nefes nefese üç silüet girdi odaya.
gelmişlerdi, üçü de gelmişti ve montlarını çıkartıp sahnede ekipmanlarını hazırlıyorlardı. adını bilmediğim şu solist çocuk montunu çıkartıp biraz da olsa ıslanmış saçlarını serbest bırakıp gitarının akorlarını ayarlamaya başladı.
adını bilmiyordum, yaşını bilmiyordum, bildiğim tek şey solist olduğuydu. ve açıkçası bilmek istediğimi de düşünmüyordum.
gözlerimiz bir saniyeliğine birleşince burda oluşuma şaşırmamış gibiydi, sanki her zamanki müşteriler gibi, hep buradaymışım gibi bakmıştı. biraz garip kaçmıştı bana ama hazırlanmalarını izlemeye devam ettim.
sonunda hazırlandılar. biri baterinin başına, diğeri bas gitarının başına, solist de mikrofonun başına ve elektro gitarının başına geçti.
"you're all i want." dedi mikrofona doğru. bilmediğim bu şarkı beni heyecanlandırmış, pür dikkat sahneye bakmamı sağlamıştı.
şarkı güzeldi, bu konuda şüphem yoktu. melodisi bana sakinlik verirken sözlere kapılıp dinlemeye başladım solisti.
gözleri tekrar beni bulmuş, bana bakmıştı uzun uzun. bense bunun karşısında ona bakmak dışında hiçbir şey yapmamıştım.
aramızdaki bakışma flörtöz değildi, garip bir bakışmaydı sadece. bir anlamı yoktu, sözleri bana değildi, sadece bakışları banaydı. bir anlam ifade etmiyordu bakışları. ancak yine de bakarken garip hissediyordum. boş bakışlardı, şarkıyı söylerken bir şeye odaklanmaya ihtiyacı varmış gibiydi, gözleri parıldamıyordu bile duvarda binlerce yıldız olmasına rağmen.
çaldıkları müzik o kadar güzel ve sakinleştiriciydi ki zaten saatlerdir tutmaya çalıştığım uykum beni ele geçirebilirdi. uyku problemlerim vardı, uyumak istediğim her an travmalarım tekrar gözümün önünde canlanıyor ve geceyi uyumak yerine titreyerek ağlamakla geçiriyordum. dün de öyle olmuştu, kolay geçen bir gece değildi yani. şu an bana iyi gelen tek şey solistin güzel sesi ve güzel müzikleriydi.
hiçbir zaman aşırı tepkileri olan biri olmadım galiba. şu an da olduğu gibi, bu müzik ve bu bakışlar karşısında normalde -en azından hislerini normal yaşayan biri- telaşlanabilecekken, ben sadece öyle sessiz sessiz oturuyordum.
amacım sessiz çocuk enerjisi vermek değil, öyle saçma muhabbetlere girmem ama gerçekten şu an farkettim şarkı boyunca bana baktığını. üç gün önce en azından arada başkalarına da göz atıyordu ancak şimdiyse tüm odağı bendeydi.
derin nefes verip yerimde kıpırdandım ve suyumdan bir yudum aldım. tam o sırada da şarkı bitti ve diğer şarkıya başladılar.
yaklaşık bir-bir buçuk saat daha devam etti bu canlı müzik. sonrasındaysa ara vermek adına sahneden indiler.
solist çocuk yanıma adımlarken, ben de cebimden sigarayı çıkarttım belki ister diye.
"yok, kalsın." dedi eliyle teklifimi ters çevirip. "kapalı alanlarda içmeyi sevmiyorum."
buradaki çoğu kişinin sigara içmesine rağmen bu davranışını garip bulsam da kafamı sallayıp cebime geri attım sigarayı. benim gibi sayılırdı, ben de evimin içinde sigara içilmesini sevmezdim.
"her gün geliyor musun sen buraya?" diye sordu yanıma otururken. kollarını masaya koyup benden bir cevap bekledi.
"üç gündür sizin çıkmanızı bekliyorum sahneye."
"ne? üç gündür burada mısın gerçekten?" az önce cebime geri koyduğum sigara paketini çıkartıp içinden bir dal aldım ve masaya koydum. çakmak yardımıyla yakmadan önce de kafamı salladım ona.
"tanrım, neden sormadın ki?" sessiz kıkırdamasını duydum. "aklıma gelmedi o an. mayışmıştım."
kafasını salladı dediğime anladığını belli edercesine. "tamam o zaman, artık biliyorsun. çarşamba ve cumartesi günleri çıkıyoruz."
sigaramın dumanını yüzüne üflememek için kafamı biraz sola çevirirken, konuştum. "şarkılarınız uykumu getiriyor... yanlış anlama yani, uyku problemlerim var ve buraya gelince uyumak istiyorum."
"uyu o zaman." dedi omzunu silkeleyip. "ben seni gitmeden önce kaldırırım. ya da başka birine söyleriz, o kaldırır. kimse siklemez kimseyi burada, utanıyorsan diye diyorum."
gülümseyip bir nefes daha çektim sigaradan. "teşekkür ederim ama uyumam doğru olur mu bilmiyorum."
"neden ki?" dedi meraklı gözlerini büyütürken. "yani," dedim. "şarkılarınızı kaçırmak istemem."
"kaçırmazsın, merak etme. aynı şarkıyı kaç gün tekrar çalıyoruz zaten. istek de alıyoruz. istediğini söylersen çalarız."
küçük bir gülümseme belirdi tekrar dudağımda. yüzüne bakmıyordum, masaya bakıyordum çünkü ne kadar rahat konuşsam da hâlâ insanların gözüne bakarak konuşmakta zorluk çekiyordum. "tamam o zaman, denerim."
o da bana gülümserken ayaklandı. "ben şu çocuklara bakayım bi', on dakikaya çıkarız tekrar sahneye."
"görüşürüz." dedim elimi sallayıp. o da bana karşı elini sallamış, sonrasındaysa arkasını dönüp gitmişti.
dediği gibi on dakika sonra tekrar başladılar çalmaya. pek bir şey hatırlayamıyordum çünkü uyuyakalmıştım, son hatırladığım şey dreaming of you çaldıklarıydı. gerçekten de evde olsam uyuyamayacağım saatte, herhangi club'taki rastgele bir müzik grubunun çaldığı rastgele bir müzikle uyumuştum.
oradaki garson tarafından uyandırıldığımda kafe kapanmak üzereydi. büyük ihtimal solist çocuk söylemişti çünkü birisi söyledi lafı falan zırvalamıştı garson.
odaya baktığımda solist ve arkadaşları yoktu, ancak telefon numarasının altına yazılan han jisung ismi sigaramın üstüne uğraşılmaz bir şekilde yazılmıştı.
✮
ne yani bolum mu atmisim
ŞİMDİ OKUDUĞUN
nothing's gonna hurt you baby
Fanfictionhan jisung & lee minho (slow update) cigarettes after sex, olarak adlandırılan kafenin genel olarak sevgililerin geldiği, rahatça içip eğlenebildikleri ancak diğer odalara göre oldukça sakin ve melankolik olan odası. pure. gümüş saçlıyla ilk tanışıp...