lee minho
elimdeki sigara dalıyla bakışmaya başlayalı sadece birkaç dakika olduğunu, çalınan kapım ile anladım.
benim misafirim olmazdı, en yakın arkadaşlarımla bile benim evimde buluşmazdık. ya da sadece taşınalı uzaklaştığımız için bana öyle geliyordu, bilmiyorum.
sigara dalını bıraktım ve ayaklandım kapıyı açmak için. kargo veya komşulardan biri gelmiş olması olasıydı. pofuduk terliklerimi ayağıma geçirdim ve saçlarımı karıştırdım kapıyı açmadan önce.
"buyrun?" diye açtığım kapının arkasında, gördüğüm yüzle birlikte kapı kolunu sıktım. hiç beklemediğim bu beden, tam olarak gözlerimin içine baktı ve tüm bedenim titredi resmen.
"minho? konuşabilir miyiz?"
dilim tutuldu, bir şey diyemedim. gözlerim doldu, resmen kusmak istedim. "hayır." dedim kısıkça ve kapıyı kapattım.
daha doğrusu kapatamadım, benden kat kat güçlü olan bedeni kapıyı tutup engelledi beni. "minho, birkaç dakika sadece."
tüm gücümü kullanmama rağmen kapıyı hala oldukça iyi şekilde ayakta tutan koluna baktım, yüzüne bile bakamadım. "git buradan."
evi nasıl bulduğu hakkında hiçbir fikrim yoktu. belki günlerce takip etmişti, belki de ayrıldığımızdan beri haberi vardı nerede olduğumdan ancak ne olursa olsun gitmesi lazımdı.
kapıyı kapatmaya çalıştığımda bu sefer tamamen tüm gücünü kullanarak ittirdi kapıyı ve bedenim sarsılarak geri çekildi. içeri gireceğini anladığımda kapıya geri ulaşmak için çok uzaktım, engelledi beni. iki kolumu tutup salladı. "niye istemiyorsun beni?"
titreyen sesini duyduğumda gözlerimi kapattım. gözyaşlarım akmamalıydı, ona zayıf tarafımı göstermemeliydim. sesinin titremesi beni üzmemeli, bu olmamalı çünkü.
"nasıl buldun burayı?" sonunda gözlerimi açıp beni tutan bedene baktığımda, o zorla gözlerime bakmak için yüzünü eğdi ancak yapamadı. "minho, bana bak. yalvarırım."
kollarımı çekmeye çalışıp biraz geriledim ve arkamdaki duvara yaslandım. "git buradan. bakmak istemiyorum sana."
derin nefes verdi yorgun şekilde. soğuk geldiğini farkettiğinde kapattı kapıyı. "gitmeyeceğim."
anlamıyordu, istemiyordum onu. hayatımdan tamamen çıkmalı, en azından karısına üzülmüyorsa, veya bana üzülmüyorsa daha yedi ve dokuz yaşındaki çocuklarına üzülüp benden uzak durmalıydı.
"nasıl buldun burayı?" diye tekrarladım sorumu. "gözlerime bakmadığın sürece cevaplamayacağım." dedi.
korktum, çok korktum. gözlerine bakmaya çok korktum ama onu buradan uzaklaştırmak için gözlerine bakarak her şeyin bittiğini, onu istemediğimi söylemem gerekiyordu.
kafamı yavaşça kaldırıp ela gözlerine baktım. melez olduğu belli olan çilleri gözlerime çarparken zor durdum dudaklarına bakmamak için.
göz temasını bozmayacağımı anladığında derin nefes verdi ve biraz uzaklaştı benden. "seungmin söyledi."
seungmin mi söyledi?
"seninle son kez konuşmak için gitmek istediğimi söylediğimde zar zor söyledi yerini. amacım seni rahatsız etmek değil. ama eğer bu sefer de istemezsen beni, tamamen gideceğim."
tam cevap verecekken öksürünce dudaklarına kaydı gözüm. ince ama uzun olan, hep pembe olan dudakları gördüğümde gözlerim tekrar doldu, sanki içinde yaş kalmış gibi. "hasta mısın?" diye sordum dediklerini görmezden gelip.
![](https://img.wattpad.com/cover/316770665-288-k403510.jpg)
ŞİMDİ OKUDUĞUN
nothing's gonna hurt you baby
Fanfichan jisung & lee minho (slow update) cigarettes after sex, olarak adlandırılan kafenin genel olarak sevgililerin geldiği, rahatça içip eğlenebildikleri ancak diğer odalara göre oldukça sakin ve melankolik olan odası. pure. gümüş saçlıyla ilk tanışıp...