Evden ayrıldığımdan beri sadece koşmuştum. Etrafımdaki insanların garip bakışlarına maruz kalmıştım bu sürede. Sonra yavaşladım. Yürüdüm bitik bir halde.
Ta ki dün rüyamda gördüğüm yere gelene kadar.
Denizin kenarına geldiğimde kendimi kumlara bıraktım. Karanlıktı ve kimse yoktu. Her zamanki gibi... böyle yerlere alışkındım.
Çöktüğüm yere acıyan gözlerimle baktıktan sonra kendimi geriye attım. Sarı saçlarım kum tanelerinin arasında saçıldı. Gözlerimi kapattım ve bekledim.
Rüyaya dalıp bir daha hiç çıkmamayı diledim.
Tanrı şahidim ki yaşamaya hiç hevesli değilim, sadece...
Sadece Jimin'e benim yüzümden bir şey olsun istemiyorum.
Lanet olası güçsüz yanım deli gibi ağladı dakikalarca. Kendime engel olamıyordum. Gözyaşlarım durmuyordu. Minik hıçkırıklarım dalga seslerine karışırken onun sesini işittim. "Hey Rosé, neden ağlıyorsun?"
Jimin'in sesindeki meleksi tını zihnimin içinde çınladı. Hızla gözlerimi açıp gerçekliğe gelmeye çalıştım. Ama tam aksine gerçeklikten uzaklaşmıştım.
Jimin tam karşımda oturuyordu. Minik bir köpeği andıran gözleri meraklı meraklı bana bakıyordu. Hızla yerimden doğrulurken aynı zamanda elimin tersiyle yanaklarımı silmeye çalıştım.
"Park Chaeyoung, iyi misin? Canını sıkan ne?"
Park Chaeyoung.
Adımı biliyor, kimlik adımı biliyor.
Liseden sonra kullanmayı bırakmıştım.
Çatallı çıkan sesimle "Jimin-ah." dedim ama devamını getiremedim. Ne diyecektim ki?
Sıcak eli, hâlâ nemli olan yanağımla buluşunca "Anlat Chaeyoung, ne oldu?" dedi. O an gözlerine baktım ve tüm bedenimin titrediğini hissettim. O kadar merhametli bakıyordu ki bana...
"Üzgünüm Jimin, bana inanmıyorlar. Deli olduğumu sanıyorlar. Belki de gerçekten delirdim..."
Jimin, yanaklarıma hafifçe avuçlarını bastırarak "Hey, bak... şu an çok karmaşık bir durumdayız. Kimsenin hemen inanmayacağını biliyorduk. Biz bile inanmıyorken..." dedi.
Haklıydı, biz bile olayların gerçekliğini anlayamıyorduk. Kafam gerçekten çok karışıktı. Kocaman bir kargaşanın içindeydik.
"Ayrıca, Jisoo bana inanmadı. Kutunun yerini zorla öğrendim sanıyor."
Ah, Jisoo unnie... Jimin'in bahsettiği kutu, kızlarla yaptığımız anı kutumuzdu. Biriktirdiğimiz güzel anıları onun içine koyardık. Bir fotoğraf, bir kartpostal, bir çiçek...
Jimin'e gözyaşlarım arasından kıkırdadım. Komik değildi ama durumumuz artık trajikomik olmaya başlamıştı. O da bana gülerken gözleri neredeyse görünmeyecek şekilde kısılmıştı.
Gözümdeki son yaşı silmek için parmaklarımı oraya yönlendirdiğimde karşımdaki adamın bakışları avuç içlerimde takılı kaldı. Ben daha ne olduğunu anlayamadan ellerimi kendi ellerinin arasına aldı.
Avuç içlerimdeki kabuk bağlamış yarada gözlerini gezdirirken mırıldandı. "Ne olursa olsun kendine bunu yapma Rosé."
Dediğin şey komik, Park Jimin. İkimiz de intihara kalkışmış insanlarız. Kendi canını önemsemeyen biri benim iyi olmamı istiyordu.
Beni aniden düşüncelerimden çıkaran dolgun dudaklardı.
Jimin yaralı avuç içlerimden öpüyordu.
Nefes alamayacak kadar etkilenmiş bir halde onu izledim.
Yavaşça dudaklarını ayırırken benimle göz teması kurdu. "Park Chaeyoung, nefes al."
Onun demesiyle hatırladığım nefesim akciğerlerime ulaşırken bana kıkırdadı. "Hoseok hyung da yaralarımı böyle iyileştirirdi."
Ona gülümsemeye çalışıp ellerimi kendime çektim ve "Teşekkür ederim." diye mırıldandım. Kendisi de yıpranmıştı ama ilk beni iyileştirmeye çalışıyordu. Dışarıdan fazlasıyla acınası gözüküyor olmalıydım.
Jimin de bana gülümseyip kendini sırt üstü kumlara bıraktı. Gökyüzünü izlerken "Uyandığımızda hayatlarımız zorluklarla devam ediyor olacak. Ama aşacağız Rosé." dedi.
Ben de ona dönük bir şekilde yanına uzanıp onu izlemeye başladım.
"Başarabiliriz."
××××
Gözlerimi uyuşuk bir şekilde kırpıştırdım. Güneş ışığı gözlerimi açmama engel oluyordu. Mızmızlanarak yerimde kıpırdanırken kulağıma başkasına ait bir kıkırdama geldi.
Korkuyla gözümü açıp yerimden hızla kalktığımda Hoseok'u gördüm.
"Oh, üzgünüm. Korkutmak istemedim."
Sorun olmadığını belli etmek istercesine başımı iki yana salladım. Yeni uyandığım için henüz uyku sersemiydim. Meraklı bir şekilde Hoseok'a bakarken "Ne zamandır buradasın?" diye sordum.
Benim gibi oturur pozisyona geldi ve ellerini havaya kaldırarak sevimli bir şekilde esnedi. "Ah, buralarda kaybolmanı istemediğim için peşinden geldim. Yani... başından beri buradaydım."
"Hatta Namjoon ve Taehyung kahvaltı için aperatif bir şeyler almaya gitti."
Ağzım hafif aralık bir şekilde ona bakıyordum. Bana inanmadıklarını sanmıştım.
Ben gergince parmaklarımla oynarken onun da bakışları ellerime kaydı. Hiç beklemediğim bir anda bileklerimden tutup avuç içlerimi kendine çevirdi.
Sesine yansıyan şaşkınlıkla "Lanet olsun... Rosé niye kendine bunu yaptın?" diye sorunca onu "İstemeden oldu." diyerek cevapladım.
O an hiç beklemediğim bir şey yaptı. Jimin gibi yaralarımdan öptü.
"Jimin de aynısını yaptı."
Ellerimi kucağıma geri bırakırken gülümsemeye çalıştı. Gözlerini benden kaçırarak "Özür dilerim." dedi.
Neden özür dilediğini bilmiyordum fakat aurasını kapsayan hüznü fark etmiştim. Giden arkadaşına üzülüyor olmalıydı.
Elimi koluna koyup dostça sıvazlarken "Onu geri getireceğiz." dedim.
××××
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Forever Young • Jirose
FanfictionPark Chaeyoung o gece yaşamını yitirmek istemişti. Küvetin içine tamamen girmeden önce yavaş yavaş son nefesini vermişti. Tıpkı Park Jimin gibi. Ama onların hikayesi kalp atışları bittiği anda başlamıştı.