Birkaç kez Hoseok odaya uğramıştı, iyi olup olmadığımı öğrendikten sonra gitmişti. Her geldiğinde yanında Taehyung da geliyordu.
Aslında Taehyung da onun kadar samimiydi. Benimle sürekli uğraşıyordu, konuşmaya çalışıyordu.
Şu an ise o anlardan birindeydik. Hoseok kısa süreliğine dışarıya çıkmıştı. Yalnız kalmamam için ise başıma Taehyung'u bırakmıştı.
Israrla telefondan resim göstermeye çalışırken heyecanla bağırıyordu. "Bak bu Jimin! Emin misin görmediğine?!"
Başımı olumsuz anlamda sallayıp uzattığı resme baktım ve duraksadım. Siyah saçları ve beyaz teni... Tam bir zıtlık içindeydi. Dolgun pembe dudakları tüm odağı üstüne topluyordu. Ah, bir de gözleri. Bakışları...
"Yakışıklı, değil mi?" Yanaklarım kızarmaya başlayınca başımı hızla aşağıya eğdim.
Taehyung sinir bozucu bir şekilde gülerken "Uu, birisi utandı." dediğinde "Kes şunu." diye karşılık verdim.
Jimin'in gerçekten iyi arkadaşları vardı. Ona değer veriyorlardı.
Benim de arkadaşlarım vardı. Acaba onlar da beni arıyor muydu? Belki de yokluğumu fark etmemişlerdir. Jimin? Ya Jimin'i kurtaran biri olmadıysa? Korku içinde yattığım yerde dikleştim.
Hızlıca etrafıma bakındım. Koluma takılı olan serumu çıkardıktan sonra kapıya doğru ilerledim. Kolu aşağıya doğru indirip kendime çektim.
Hoseok ve Jungkook sandalyelerde oturmuş konuşuyorlardı. "Jimin!" Nefes nefese söylediğim isimle Jungkook'un kaşları çatıldı.
"Onu kurtaran birileri olmayabilir. Benim... ben... arkadaşlarımla uzun süredir görüşmüyorum."
Hoseok hızlıca omuzlarımdan tutup bana bakmaya çalışırken "Arkadaşlarının adı ne Rosé? Onlara ulaşabileceğimiz herhangi bir numara ya da adres var mı?" deyince başımı aşağı yukarı salladım.
"Kim Jisoo, Jennie Kim, Lalisa Manoban. Numaraları telefonumda kayıtlı, ezberimde yok. Ama evlerinin nerede olduğunu biliyorum, sizi oraya götürebilirim."
Jungkook ile kısa bir göz teması kurduğumda göz bebeklerinin parıldadığını fark ettim. Büyük bir umutla bana bakıyordu. Gülümsemeye çalıştım. Gerçekten arkadaşlarını her şeyden çok istiyorlardı.
"Benim arabamla gidebiliriz."
Arkamdan duyduğum sesle korkup o tarafa döndüm. Yoongi'nin turuncu saçları alnına düşmüş, ürkütücü gözleriyle bana bakıyordu. "Ne yapıyorsunuz diye bir uğrayayım dedim. Demek yeni gelişmeler oldu..."
Bu adam gerçekten beni korkutuyordu. Her şeyi yapabilecekmiş gibi birine benziyordu. Fazla ruhsuzdu. Tabii sinirli olmadığı zamanları sayarsak. "Hyung hadi acele edelim." deyip hızlıca ayağa kalktı Jungkook.
Küçük bir çocuk gibi heyecanla yerinde zıplayarak Yoongi'nin yanına giderken Hoseok "Siz gidin, ben ve Taehyung hastane işlerini hallederiz." dedi.
Tedirgin bir şekilde ona bakarken Yoongi histerik gülüşüyle "Merak etme, ısırmam." dedi. Umursamazca omuz silktim ama asıl endişe ettiğim kişi Yoongi'ydi.
Arabaya geldiğimizde ön koltukta sarı saçlı adamın oturduğunu gördüm. Bu Namjoon'du.
"Ah, merhaba Rosé." Namjoon'un dediğine "Merhaba." diye çekingence mırıldandım. Hava çoktan kararmıştı. Su damlacıkları yeryüzüne düşmeye başlamıştı. Yağan yağmur hareket halindeki arabayı az da olsa engelliyordu. Karanlıkta ve yağmurda yolu bulmam zorlaşmıştı. Ama o yolu adım kadar iyi biliyordum.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Forever Young • Jirose
FanfictionPark Chaeyoung o gece yaşamını yitirmek istemişti. Küvetin içine tamamen girmeden önce yavaş yavaş son nefesini vermişti. Tıpkı Park Jimin gibi. Ama onların hikayesi kalp atışları bittiği anda başlamıştı.