Cennet, onu dileyenlerindir. Cehennem ondan korkanlarındır. Onlarsa ölmeyi diler. En büyük kabusları ölümsüz bir ömürdür. Cennete gitseler yine de loktusu dilerler.
Akasa saygısıyla ve hikayesiyle o gün kralı etkilemişti. Onun anlayışını kazanmış, hatta askerlik eğitimi almaya bile hak kazanmıştı. Kral bu öksüz çocukları eğitecekti ve Kyor'da yaşamalarına izin verecekti. On iki yaşındaki küçük çocuk o gün bunun ne kadar büyük bir şey olduğunu anlamamıştı ama büyüdükçe gördü ki o günkü konuşması sadece bir başarı değildi, ayrıca bir dönüm noktasıydı. O gün yanlış bir kelimeyle ölüme de sürükleyebilirdi arkadaşlarını.
Kyor'da yaşam Çank gibi değildi. Kyor yerlileri daha acımasızdı. Sürekli mükemmeliyet ve anlaşılmaz sınıf farkları, sürükleyici bir yaşam ve tutunma savaşı sürüp giderdi. Askerler ölmeye hazır et yığınlarıydı ama sadece onlar yüksek duvarların arkasına gidebilirdi. Bu kısıtlayıcı yaşama rağmen halk mutluydu ve krallarına şükrederdi. Sonra öğrendi ki bu halk her kralı daha iyisiyle değil en kötü kral olan Rahkar ile kıyaslıyordu. Yine de Akasa da kabul etmeliydi ki bir Çank olmasa da Kyor yaşamak için iyi bir yerdi aslında, sadece bu kültüre alışmak yıllarını alacaktı.
Kyor'da para kazanmak kolaydı. Asıl zor olan şey onur, saygınlık ve sınıf elde etmekti.
Yerel halk çokça sınıflara ayrılırdı. Kraliyet ailesi olunabilecek en yüksek durumdu. Saygın ve güçlü bir aile olmak da herkesin hayaliydi. Kendi halinde evli ve mutlu kişiler de çevrelerinde bir saygı uyandırabilirdi. Hayatını bir amaca adamış ve halkça bilinen kişilerin de azimleri taktir edilirdi. Bunlardan biri olmak için çabalayanlar çoğunluktaydı ama başarabilenler daha azdı.
Bir de mükemmeliyetçi kültürün isteğinden farklı hayatlar yaşayanlar daha azınlık olsa bulunurdu, genelde dışlanırlardı. Kötü bir evliliği olanlar ve dul erkekler, kadınlar daha çok görünmezmiş gibi yapılan sınıflardan bazılarıydı. Asla evlenmeyen kızlar da genelde bu muameleye maruz kalırdı. Evlenmeyen erkeklere ise sapık gözüyle bakılır ve uzak durulurdu. Ayrıca asker olmayıp da dövüşmekte iyi olanlar yer altından kabul edilirdi. Halk bu pis kişilerden ölesiye korkar ve onlardan köşe bucak kaçarlardı.
Akasa aslında Kyor'a değil, bu kafaya alışamıyordu. Yine de bu ülkede yıllarını geçirdi. Arkadaşlarının hepsi çok küçük olduklarından hepsi çocuksuz ailelere dağıtıldı. Sadece Darhem ve kendisi askerlik eğitimi alabilecek yaşta olduğundan ikisi sırt sırta büyüyüp kralın gözde askerleri oldular.
Halk bu iki askere de başta alışamayıp kendi kalıplarına sokmaya çalıştılar ama zamanla alıştılar. Darhem'in Çankar aksanı dışında her şeyi bir askerden farksızdı. Zaten kısa bir sürede savaşlardaki başarıları üzücü geçmişlerinden hızlı yayıldı. Asker Akasa veya Darhem dendiğinde herkes saygı gösterirdi. Yine de bu Akasa'yı tatmin etmiyordu. Aklı hala küçükken eski krala verdiği sözündeydi.
"O katili yakalayacağım. Hakkında bildiğim tek şey mavi saçları da olsa sanıyorum ki Çankara'da bile mavi saçlıları pek azdır. İzniniz olursa yakaladığımda kendi nefretimle adaletsiz bir karar yerine sizin adaletinize sunacağım onu."
Boru çaldığında çeşmeden suyunu doldurmayı yeni bitirmişti. Suluğunu kemerine taktı, kılıcını düzeltti. Genç kızlardan ikisi pencere çıkmış, askerleri izliyorlardı. Daha kısa olanı belirli bir genci izliyordu. Akasa o sırada kim olduğunu anlayamadı. Büyüğüyse sadece genç erkeklere umursamazca baktı. Elindeki toz beziyle camları silmeye devam ediyordu. Gerçekten o kadar ilgisini çekmemiş gibiydi.
Komutan genç, çevik ve başarılı bir orduya sahip olmaktan gururluydu, bu yüzden bilerek gereksiz yüksek sesle bağırarak övünüyordu.
"Hazır olun! Kılıçlarınızı kınınıza koyun, tılsımlarınızı kalbinize ve yola çıkıyoruz, yeni topraklar almaya!"
İki eski dost birbirine bakıp gülümsedi. Darhem ve Akasa bugün için yaşamışlardı. İkisi mutlulukları toparlanmaya başlayan askerler arasında sadece bakışarak bile paylaşabiliyorlardı. O sonu gelmesin istedikleri anda neşeli bir ses dikkatlerini dağıttı. Penceredeki kızlardan biri askerlere bakarken mendilini aşağı attı. Esen rüzgarla beraber mendil yön değiştirerek Akasa'nın kafasına kondu.
Askerler duruma gülerken kız da kızarmıştı ama vurdumduymazlığa vererek bağırdı:
"Hey, bize bir zafer getirin! Sizi burada bekliyoruz, tamam mı?"
Arkalarından el sallanırken askerler komutanın emriyle yavaşça şehri terk etmeye başladılar. Yoldan geçen herkes hayran hayran onlara bakıyor, kimileri dua ederken kimileri oğullarının sağ salim dönmesini umuyordu. Akasa ise elindeki mendile bakıyordu. Acaba o kız kime atmak istemişti de rüzgar yön değiştirmişti? Asker dediği şey bir ölüm makinesi gibiyken, başkalarının hayatlarını ellerinden alırken bile sevebilir miydi? Daha doğrusu sevilenleri öldürürken buna hakkı var mıydı?
Askerler savaş alanına ilerlerken atların toynakları ve arkalarındaki arabaları dışında hiçbir şeyden ses gelmiyordu artık. Diğer her şey dumanlar arkasında kalmıştı. Böylece ülkelerinden uzaklaştılar.
Savaş alanına ulaşmaları birkaç günlerini aldı. Kılıçlarını ve kalkanlarını kuşanıp zırhlarını giyindiler. Yüzlerini kapatan maskelerini taktılar. Çankasar Ormanı'nın içine daldılar.
Akasa'nın gözleri dolmuştu çünkü kaçmaları, açlıkları, pes etmek üzere oldukları anları ve Sire'nin kendini feda edişi... Kılıcını kavradı, kulağını ormanına verdi. Her şey olması gerektiği gibi ilerledi. Askerler geçmeyi planladıkları göle kadar geldiler. Beklenmeyen ve komutandan olmayan bir durma işaretine kadar herkes tekneleri indiriyordu. Sesin sahibi Darhem'di.
"Ne oldu Darhem?"
Akasa eski diliyle seslenerek Darhem'in yanına koşmaya başladı. Onun korkunç bir şekilde söylediği o kelimeyle aniden durdu.
"Difan."
İki yerini bilmez askerin hem anlamadığı bir dilde konuşmasına hem de herkesi yavaşlatmasına dayanamayan komutan tekneleri indirtmeye devam etti. Sadece kendisi bir planı durdurabilirdi. Komutanlarını iyi tanıdıklarından hemen yanına koştular. Eğer tahminleri doğruysa pusuya düşürülmüş olma ihtimalleri yüksekti. Darhem açıklamayı devralmıştı.
"Buralarda difan kökü bulduk. Birileri burada olabilir. En fazla 5 gün önce dalından koparılmış."
"Ne? Difan da ne? Her neyse, birileri burada olabilir ha. Bir kontrol edelim."
Komutanın favorisi bir Kyorlu askerdi. Akasa ne kadar ülkede duyulmuş olsa da ırkçı ve dar kafalı bir adam olan komutan bir Kyorlu'yu Çankas'a tercih ederdi. Yine de Akasa buna öylece izin vermeyecekti. Eğer bu asker şehirlilerden biriyse onu kendisi öldürmek istiyordu. Zaten orman da çok tehlikeliydi ve bu komutan bunun biraz bile farkında değildi.
"Bırakın ben gideyim. Bu ormanı daha iyi biliyorum. Saklanabilecekleri her yere daha önce ben saklanmıştım. Hem kısa sürede hallederim."
Akasa böylece yola çıktı. Difan'ın kokusunu takip etti. Alışmamışlar için çok belirgin olmasa da o bitkiyle büyüyenler için baharat kadar kolaydı fark etmesi. Yine de bir yerden sonra yolunu şaşırdı. Tam bir şey olmadığına ikna olduğunda bir dal çıtırtısı duydu, hatta daha da yakına gelince birilerini arayan koyu mavi saçlı bir adam.
Bu onu her şeyden çok sinirlendirmişti. Bir anda kasıldı, refleksleri onu kılıcına götürdü. Ağır zırhına rağmen hızlıca ailesinin katilinin üzerine atladı. Kalbi bu sefer nefretle atıyor ve enerjisi öfkesinden geliyordu. Yıllar önce yanmayı bıraktığını sanmıştı ama sinirden elleri titrerken hala intikam peşinde koştuğunu ve o adamın ölümünü nasıl istediğini anladı. Yakıldığı gibi yakacaktı Akasa bu aşağılık şerefsizi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Laban
Fantasy"Herkes kazanır ve kaybeder. Düşersin ve çıkarsın ama eğer dipte yaşayacaksan acısı da senindir. Göklerde uçacaksan atılan taşlar da senindir."