günlerdir beynini sinsi birer kurtçuk gibi kemirip duran düşüncelerden bir türlü kurtulamayınca, changbin soluğu kuzeninin yanında almıştı. her zaman içini rahatça dökebildiği tek insan jeongin olmuştu, yaşça kendisinden küçük olsa da nispeten daha mantıklı kararlar alabilme özelliği changbin'in işine yarıyordu. elbette bu defaki dertleşme seansının farklı bir sebebi daha vardı. chan birkaç gün önce nişanlısına aklındakileri anlatıp kuzeni ile konuşmayı denemesini rica etmişti ama jeongin zaten changbin'in kendisine geleceğinden emindi. tahmin ettiği gibi de olmuş, yalnızca dört gün sonra büyük olan kapısını çalmıştı.
şimdi ise salondaki halının üzerinde karşılıklı bağdaş kurmuş, oturuyorlardı. changbin'in eşofmanlarıyla gelmiş olduğuna bakarak şirkete gitmediğini söyleyebilirdi jeongin, sabahın köründe arayıp ona gelip gelemeyeceğini sormuştu zaten. geldiğinden beri tek kelime konuşmamış olması onu endişelendirmiyor da değildi elbette ama sabırla bekliyordu.
sırtını kanepeye yaslayıp bir yastığı kollarının arasına aldı kahve saçlı olan, çenesini yumuşak yüzeye yaslamıştı. aklından geçen bir sürü düşüncenin hangisiyle başlayacağını kestiremiyordu. onun bu suskun hali ise kuzenini gittikçe daha da meraklandırıyordu. jeongin bedenini halıya atıp sırtını yerle buluşturdu oflayarak. bakışları changbin'den bir an olsun ayrılmıyordu.
"akşama kadar böyle oturacak mıyız? yanlış anlama, beklerim ama yani-"
"hyunjin yongin'e geldi."
sonunda anlatmaya karar vermişti anlaşılan. jeongin doğrulup yeniden oturur pozisyona geldi, tüm dikkatiyle büyük olanı izliyordu. konuşmanın başlangıcı beklenmedik değildi, zaten nişanlısının anlattıklarından bunu biliyordu. yüksek ihtimalle yaşanan ya da konuştukları bir şeyler changbin'in geri dönmesine neden olmuştu ama kafasında evirip çevirdiği şey neydi, bunu anlamıyordu jeongin.
"taejoon'un barında gördüm onu, muhtemelen beni takip etti çünkü orayı bilmiyor bile. aşırı içmişti üstelik, zil zurnaydı yani." yanaklarını şişirip ofladı hyunjin'in o halini anımsayınca. güzelin değilim ki, öyle olsam beni bırakıp gitmezdin. sesi sanki zihninde yankılanıyordu. başını iki yana salladı kendine gelmek adına. "çok ağladı," lafına devam ederken sesi kısık çıkıyordu. "gece onunla uyumam için ısrar etti ama yapamadım. uyuyana kadar bekleyip kendi odama döndüm. gerçi, orada da uyuyamadım. tüm evi dolaştım sabaha kadar. en son salonda sızmışım."
jeongin anladığını belirtircesine başını salladı usulca. karşısında oturan adamın, eski eşinden söz ederken bedeninin küçücük kalışına, sesinin kısılıp çatlamasına öyle çok üzülüyordu ki ağlamak geliyordu bazen içinden. changbin'in, ilişkileri bu noktaya gelmesin diye ne çok çaba harcadığını en yakından gören kişiydi ve buna rağmen yıkılmış olmalarının kuzenini nasıl kırdığını görebiliyordu. ama diğer yandan, mevcut durumun hyunjin'i de yaraladığının bilincindeydi. biri kuzeni, biri çok yakın arkadaşıyken ne yapacağını şaşırmış durumdaydı. elinden gelen tek şey ikisini de dinleyip yapabilirse tavsiye vermekten öteye gitmiyordu ne yazık ki.
changbin, küçük olanın sessiz kalışını fırsat bilip lafına devam etti. "sabah yanıma geldi. uyuyorum sandı galiba, bilmiyorum. uyanık olsam konuşmazdı bence."
"ne dedi ki?"
"keşke gururundan burnunun ucunu görmeyen aptalın teki olmasaydım da işler bu noktaya gelmeden önce seni gerçekten ne kadar çok sevdiğimi söyleyebilseydim," diye tek nefeste, aklından çıkmayan kelimeleri söyleyiverdi changbin. sesi bir fısıltıdan farksızdı. bakışları halıda oyalanıyor, desenleri takip ediyordu.
hyunjin'in kendisini sevdiğini zaten biliyordu. bunu hiçbir zaman inkar etmemişti, en az onun hyunjin'i sevdiği kadar hyunjin de changbin'i seviyordu, ama yalnızca çok sevmek bir ilişkinin kurtarılması için yetmeyebiliyordu. sevgilerinin onları ayakta tutabileceği sınırı geçeli çok uzun zaman olmuştu. kırgınlıkları ön plana geçmişti, fark etmeden birbirlerini o kadar yaralamışlardı ki artık sevgilerine tutunamaz hale gelmişlerdi.
küçük olan uzanıp kuzeninin elini sıktı hafifçe. "bu güzel bir şey değil mi?"
"değil." changbin kısaca güldü, başını iki yana salladı. "değil, çünkü hâlâ bırakıp gidenin ben olduğumu düşünüyor. onu kendimi bile boş verecek kadar çok sevdiğimi, bu kadar severken öylece gidemeyeceğimi anlayamıyor. beni bu noktaya getirenin kendisi olduğunu kabullenmiyor. özür dilese bile bu beni geri istediği için olacak, hatasını kabul ettiği için değil."
jeongin derin bir nefes doldurdu ciğerlerine. geri çekilip changbin'i baştan aşağı süzdü, lafını bitirmesini beklerken düşünüyordu. haklı olduğu yerler vardı tabii ki ama her şey tek taraflı mıydı? ikisi de karşı tarafın yaptıklarına öylesine odaklanmıştı ki, kendi yaptıklarını görmüyorlardı. chan'ın, jeongin'in devreye girmesini istediği yer de tam olarak burasıydı. onları kendilerine getirebilecek, olaya hepsinden daha mantıklı ve makul biçimde yaklaşabilecek tek kişi jeongin'di. aralarına girmemek adına bunca zamandır bir adım geride duruyor, destek olmakla yetiniyordu fakat anlaşılan artık bir şeyler yapmanın zamanı gelmişti.
"sen hatalarını kabul ettin mi, hyung?"
bu soruyla changbin duraksadı. şaşkınlığını gizlememişti, kaşları sorgularcasına çatılırken bakışlarını halıdan çekip kuzenine döndü. neyi kabul etmeliydi? bir an bunu hiç düşünmediğini fark etti. jeongin'in sorusuyla beynindeki çarklar dönmeye başlamıştı sanki, kafası daha da karışmış gibi hissediyordu.
büyük olanın ne demek istediğini anlamadığını fark eden jeongin, lafına devam etti. "evet, hyunjin yanlıştı, hatalar yaptı, bunda hepimiz hemfikiriz. ama sen? tüm bu zaman boyunca hiç hata yapmadığından, onu hiç kırmadığından emin misin?"
changbin bir cevap veremedi. emin değildi, jeongin'in bunu bildiğini de biliyordu. ne diyeceğini birkaç saniye düşündükten sonra yalnızca "bilmiyorum," diyebilmişti. sahiden bilmiyordu. hyunjin'i hiç kırmış mıydı?
"çünkü hiç konuşmadınız," nazik bir ses tonuyla konuşurken öne doğru eğildi jeongin. "yalnızca kırıldığınızı söyleyip kenara çekildiniz. nasıl hissettiğinizi, bu yaraları nasıl sarabileceğinizi hiç konuşmadınız, farkında mısın?"
şimdi farkına varıyordu. ufak, anlık tartışmalardan daha şiddetli kavgalara, ve en son noktaya, ayrılığa kadar ikisi de hiç nasıl hissettiğini dışa vurmamıştı. tek yaptıkları kırıldıkları için karşı tarafı da aynı şekilde kırmaya çalışmaktı. yalnızca birbirlerine sahiplerken, yaralarını yine birbirleri sarabilecekken nasıl böyle yıpratıcı bir hale gelmişlerdi? changbin yaşadığı farkındalıkla sarsılmıştı. hyunjin'i incitmeye korkarken nasıl olup da kendi kalp kırıklığının acısını ondan çıkarır duruma gelmişti, hyunjin başından beri ona karşı nazik ve sevgi doluyken nasıl öfkeyle yaklaşır olmuştu?
binbir soru işareti oluşmuştu beyninde. hiçbirinin cevabını bilmiyordu, bilmemesi onu daha çok yaralarken yaşadığı şaşkınlığı atamıyordu bir türlü üzerinden. ilişkilerini göz göre göre mahvetmişlerdi. tüm zorluklara karşı el ele direnmiş ama yine de kendi sonlarını kendileri getirmişlerdi. bu, tüm her şeyden daha kırıcıydı. bir şeyleri düzeltebileceği, düzeltebilecekleri onca fırsatı ellerinin tersiyle ittiklerini fark etmek, changbin'e düşündüğünden de ağır gelmişti.
"çok geç mi?" fısıltıyla sordu, allak bullak olduğu yüzünden belliydi. "konuşmak için?"
"sanmıyorum," jeongin, sonunda diğerinin bir adım atmaya karar vermesinin mutluluğuyla genişçe gülümsedi. işe yaramıştı. "hâlâ düzeltebilirsiniz."
hâlâ düzeltebilirlerdi.
en azından bir umut vardı. ve changbin, bu defa elinden geleni yapacaktı.
•
allahım şükürler olsun yeter kendinize gelin
bilgisayardan yazıyorum o yüzden oto düzeltmenin olmayışının azizliğine uğramış olabilirim yazım hatalarım varsa affedin lütfen kontrol edemeden atıyorum :(
ŞİMDİ OKUDUĞUN
complete mess [askıda]
Fanfictionçünkü bazen, son da bir başlangıçtır. • şubat, 2022