chan, ofisin içinde ileri geri yürürken sinirlerine hakim olmaya çalışıyordu. minho'nun endişeli bakışlarına karşılık bir açıklama yapması gerektiğinin farkındaydı ama öncesinde arkadaşının aptallığını zihninde mantıklı bir kılıfa uydurmaya çalışıyordu. gerçi, başarabildiği de pek söylenemezdi. oflayarak yüzünü sıvazladı bir eliyle.
"anlatacak mısın artık?"
birkaç dakika önce elinde telefonla ofisten içeri hışımla dalmış, kendi kendine söylenmeye başlamıştı. konunun ne olduğuna dair en ufak bir fikri bile yoktu minho'nun. jeongin ile ilgili bir şey olup olmadığını anlamaya çalışsa da çabası sonuç vermemişti zira chan'ın tek yaptığı ağzının içinden homurdanmaktan ibaretti.
"changbin," dedi bıkkın bir ses tonuyla. neredeyse bir haftadır görüşemediği arkadaşından az önce haber alabilmiş ve aldığı haber de onu hiç memnun etmemişti.
"neredeymiş, sivri zeka?"
nişan yemeğinden sonra changbin kimseye bir şey söylemeden ortadan kaybolmuştu. telefonları açmıyor, mesajlara cevap vermiyordu. asistanına nerede olduğunu sorduklarında aldıkları tek cevabın "bir süre yalnız kalmak istiyormuş, nerede olduğunu bilmiyorum" olması, tüm arkadaşlarını endişelendirmişti ama sessizliğini korumakta kararlı gibiydi kahve saçlı olan. birkaç dakika öncesine kadar.
uzun zamandır habersiz bıraktığı arkadaşlarıyla nihayet iletişime geçmeye karar vermiş olacaktı ki, chan'ı arayıp bir haftadır yongin'de olduğunu söylemişti. ailesinin oradaki evinde kalıyordu, bir problem yoktu, yalnızca her şeyden uzaklaşıp biraz kafa dinlemek istemişti. en azından chan'a söylediği bu kadardı. ardından en yakın arkadaşının ağzını dahi açmasına müsaade etmeden telefonu kapamış, chan onu yeniden arasa da cevap vermemişti.
"yongin'deymiş bir haftadır," gözlerini devirirken konuşmuştu. "kafasını dinleyecekmiş de bilmem ne. hayır baştan bunu bize söylesen sanki biz seni rahatsız edecek miydik? habersizce çekip gitmek ne demek?"
minho, tereddütle arkadaşına baktı. "yani, ederdik gibi. kolundan tutup geri getirmeye çalışırdık."
haksız da değildi. bu şekilde aşamayacağını öne sürerek geri gelmesi için çabalayacaklarını ikisi de biliyordu ama şimdi bunu yapmayacaklardı. gerçekten bunalmış olduğu belliydi changbin'in. normalde yapmayacağı şeyleri bile yapıyor olduğuna göre, ciddi anlamda yalnız kalmaya ihtiyacı olsa gerekti. bu nedenle ona anlayış gösterip geri dönene kadar üstüne gitmemeye karar vermişlerdi.
chan, aniden aklına gelen şeyle odanın ortasında duraksadı. "hyunjin peki? ona ne diyeceğiz? adamın ne zaman döneceği bile belli değil, kaç gündür meraktan kendini yiyor, çaktırmamaya çalışsa da anlıyorum."
"bir şey demesek?"
"saçmalama isterse-" bakışları, kapıdaki bedeni fark edip oraya kaydığında lafı ağzında kalmıştı. "hyunjin?"
yeni gelmediği, konuşmanın ona yeterli olan kısmını duyabileceği kadar uzun süredir orada olduğu aşikardı. en son bir hafta önce, kendisini eve bıraktığı gece gördüğü eski eşinden günlerdir bir haber alamıyor olmak meraktan ve endişeden aklını oynatmasına sebep olmuştu, şimdi ise tüm bu zaman boyunca aslında nerede olduğunu çok iyi biliyor olduğunu öğrenmek sinir bozucuydu. changbin'in kafa dinlemek için kaçtığı evin nerede olduğunu elbette iyi biliyordu.
ne yapacağını, ne diyeceğini bilemeyerek öylece kapıda dikilmeye devam etti. kendisinden kaçtığını tahmin ediyordu zaten ve bu gerçek kalp kırıcıydı. bırak görmeyi, yakın çevresinde dahi bulunmak istemeyecek kadar mı soğumuştu ondan? bu düşüncelere kapılmamaya çalıştı hyunjin, kapılacak olursa arkadaşlarının önünde ağlamaya başlayabilirdi. sahi, ne çok ağlıyordu son zamanlarda öyle. hayatı boyunca dökmediği göz yaşlarını birkaç ay içinde dökmeye yeminli gibiydi adeta.