Birinci Bölüm.

2.4K 261 327
                                    

Bu kitap, 16 yaşında yazdığım
ilk kitabım olduğu için birçok eksiği,
eleştirilecek yönü bulunmaktadır, bu yüzden
eleştirilere, olumsuz yorumlara açığım; sınırlar aşılmadığı, saygı bozulmadığı sürece.

Kitabı yeniden yazmış olsam da
orijinaliyle aynı dilde yazdığımı, sadece
birkaç olayı değiştirdiğimi de söylemek isterim ayrıca. Aynı yazım şeklini, aynı
eksiklikleri bıraktım çünkü 16 yaşındaki ani
bir kalp kırıklığıyla, yapayalnız kaldığı bir günde bu kitabı yazmaya başlamış Eylül'ü yok etmeye içim el vermedi :)

Bu hikaye, İstanbul'da, Beşiktaş caddeleri ve sokaklarında geçiyor olsa da bahsi geçecek mekanlar, kurumlar, isimler tamamen uydurmamdır. Gerçeği yansıtan herhangi bir şey varsa, tesadüften ibarettir.

İyi okumalar,

Kül Kalmış Kalplerinizdeki
Külleri Savurmanız dileğiyle,
Kalpleriniz Sevgiyle Dolsun.

8 Haziran 2019

Sevgili günlük, ya da defter; sana bir isim koyan ucubelerden olmadığım için sana nasıl hitap etmem gerekiyor; liseden beri her günümü yazıyor olmama rağmen hala bilmiyorum.

Bu sabah her zamanki gibi çok sakin geçiyor, zaten biliyorsun. Büge evden gittiğinden beri her günüm sakin, olması gerektiği gibi ilerliyor. Uyanıyorum, kitap okuyorum; dedem ve büyükannemle vakit geçirip kendimi Beşiktaş'ın sokaklarına atıyorum, Sümer ve İdil olmadan bunları yapmak mümkün olmuyor tabii.

Hayatımdan şikayetçi değilim, aksine mezun olduktan sonra hayatımı bu kadar düzene sokmuş olmak, sadece okuduğum ve yorumladığım kitaplar üzerinden para kazanıp ailemi-böyle denebilirse tabii- geçindirebiliyor olmak birçok öğrencinin mezun olduktan sonraki hayali olsa gerek. Birçok insanın hayalini yaşayan biri olarak buna şükredip şikayet etmek doğru hissettirmiyor, mantığa da uymuyor aslında.

Ancak elimde değil işte. Çocukken hayalini kurduğum hayatı yaşıyor olsam da bu bana yetmiyor, yetemiyor. Mutlu olmaya çalışıyorum, mutlu olmak için kendimi zorluyorum fakat başaramıyorum. Her gün eninde sonunda dönüp dolaştığım odamın duvarları üzerime geliyor, aynı pencereden baktığım gökyüzü beni özgür hissettirmiyor. Kapana kısılmış hissediyorum aksine. Hayatım boyunca her gün aynı pencereye bakacakmışım gibi geliyor ve bunun düşüncesi bile, kendimi kapana kısılmış hissetmeme sebep oluyor.

Bu hissettiklerimi tek bir kişi bile anlamaz, anlayamaz bunun da farkındayım. Artık insanlar tarafından anlaşılmayı beklemiyorum, onlara içimi dökmüyorum. Susuyorum, söyleyeceğim her şeyi içime atıp kilitliyorum ve çıkmalarına izin vermiyorum. Tek sen varsın işte. Mürekkebimi akıttığım, dinlediğini düşündüğüm tek şeysin.

Ne ironik ama, değil mi? Ağzın yok, kulakların yok. Ne konuşabiliyor, ne de beni duyabiliyorsun. Ama ben gene de seninle dertleşiyormuş gibi hissediyorum, hastalıklı bir düşünce aslında ama ne yaparsın, benim hastalığım da bu işte. Sıkıcı, rutinlerden ibaret hayatımı anlatmak yerine günden güne buhranın içinde yüzen ruh halimi buraya dökmek. Bu beni tuhaf bir şekilde bir nebze de olsa iyi hissettiriyor. İnsanlara göstermediğim, gerçek bir tarafımın olduğunu düşündürüyor.

İşte bu yüzden, hiç karakterime uymayan şeyleri buraya dökebiliyor; arsız bir şekilde, düşünmeden yazabiliyorum. Şimdi aldım seni karşıma, utanmayacağım; sıkılmayacağım. Dilekler dileyeceğim, tanrının hiçbir zaman duymak bilmediği yirmi dört yılımdan akıllanmamış, doyamamış bir şekilde senden yeniden bir şeyler dileyeceğim.

KÜL KALMIŞ KALPLERHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin