Sevgili Orion
Acının bir çok versiyonu olduğunu öğrendiğimde henüz 6 yaşındaydım. Çok sevdiğim baykuşum ölmüştü. Her çocuğun yaptığı şeyi yaptım. Ağladım... Acıyı hissediyordum. Sonra babam ağlamamın bir zayıflık olduğunu söyledi. Beni bir lanetle vurdu. Şimdi baktığımda o yaşta bir çocuğun bunu anlayamayacağını anlıyorum. Peki ya babam? Babam nasıl bunu anlamamıştı. Peki ya ben Sirius'a sırf elinde olmayan bir nedenden dolayı bunu yaparken ben nasıl anlamamıştım.
Ailem hiçbir zaman tam olarak bir aile gibi hissettirmemişti. Seninle evlendiğimiz ilk zamanlarda ki soğukluğu hatırlıyorum. Sonraları kırılan buzlarıda... Sirius doğduğunda olan bütün mutluluğumuzu. Hayatımda neredeyse ilk defa tüm kalbimle korumam gereken biri olduğunu biliyordum.
Aslında ailemden farklıydık. Sadece yeterli değildi. Ve biz bunun farkına hiç varamadık. Sirius bunun farkına vardı. Yanlışlarımızı gördü. Haklı olarak bizden uzaklaştı ve biz onu kaybettik. O doğduğunda hissettiğim şey umuttu. O vardı ve umudum olmuştu. Ailemizi en doğru şekilde temsil edecekti. Asil Black soyunu devam ettirecekti. Başarıdan başarıya koşacaktı. Ki bunların çoğunu yaptı. Sadece düşündüğüm şekilde değildi. Ben olayı çok farklı hayal etmiştim.
Hogwarts'a gitmeden önce daha iyi olduğumuzu hatırlıyorum. O zamanlarda katıydım. Bunu inkar etmiyorum. Edemem ben hep sert bir anne oldum. Ama oğullarımı severdim Orion. Yemin ederim severdim. Hala seviyorum. Onlarla gülerdim beni dünyanın en mutlu insanı yaparlardı. Ufacık bir hareketlerinde. Şimdi ise boşluktayım.
Sirius'un Gryffindor'a seçilme haberinin geldiği günü hatırlıyorum. Yanımda abim vardı. Bana ne söylediğini dahi hatırlamıyorum. Hatırladığım tek şey yüzünde olan o küçümsemeydi. Kızdığımı hatırlıyorum. Bu nasıl olurdu diye düşünüyordum. O bir Black'ti ve her Black gibi Slytherin olmalıydı. Nasıl Gryffindor olmuştu. Ona çığırtkan yollarken olan hırsımı hatırlıyorum. O henüz küçücük bir çocuktu Orion bunu haketmemişti. Ben berbat bir anne olma yolunda hızla ilerliyordum.
Sonraki yılların Sirius için tam bir eziyet olduğunu biliyorum. Bilmediğim şey benim nasıl gözümün bu kadar kör olduğu. Nasıl bir anne evladının çığlıklarına sessiz kalabilir. Nasıl bir anne bütün bu eziyeti yapıp birde üstüne evladının kötü olduğunu iddia edebilir.
Yaptığım her şeyi hatırlıyorum tek suçlunun ben olduğumuda hatırlıyorum. Senin gece yarıları çocukları kontrole gittiğini görürdüm. Odaya rahatlamış bir şekilde geldiğinde iyi olduklarını anlardım. Ama asla gururumu ayaklarım altına almazdım. Hikayenin en trajik yanıda babamdan ne kadar nefret etsemde aslında ona dönüşmüş olmamdı. Oğullarım benden nefret ediyor olmalılar.
Sirius'un Potter'ların biricik oğluyla dost olmasının beni nasıl rahatsız ettiğini hatırlıyorum. Slytherin olamadığı gibi kan hainleri ve melezleri arkadaş edinmişti kendine. Yinede o konuda ona verdiğimiz boşluğu hatırlıyorum. Kan haini olsa bile bir safkandı. Sorun etmemeye çalışmıştım. Hatta abime karşı onu savunmuştum. Abim ise bana "onun Alphard gibi mi olmasını istersin" demişti. Cevap verememiştim. Halbuki söylenecek ne kadar güzel cevaplar varmış.
Sirius'un evden kaçtığı o geceyi hatırlıyorum. Onun okulda olan davranışları ve takıldığı insanlardan açılmıştı konu. Yüce Merlin nasıl o kadar ileri gidebildim. Nasıl gidebildik? Sürekli başını belaya sokuyordu. O ve onun arkadaşları ve o gün çok değerli ailelerden birinin oğluyla uğraşmışlardı. Nedeni ise bir bulanıktı. Bir Black bulanık için ceza almıştı. O gece çizgiyi aşmıştım. Ona "o zaman evi terk et" dediğimde yüzünde oluşan hayal kırıklığını hatırlıyorum. İçimde kopan tüm o fırtınalara rağmen gitmesini izlediğimi hatırlıyorum. Regulusun yalvarışlarını hatırlıyorum. Yinede hiçbir şey yapmayışımı hatırlıyorum.
Sonra o gittiğinde aile ağacının önüne geçip adını oradan yaktığım anıda hatırlıyorum. O akşam yanıma gelmedin bende senin yanına gitmemiştim. Acımızı birlikte yaşamak yerine ayrı ayrı yaşamıştık...
Sirius Potter'larla beraber yaşamaya başladığında içim birazda olsa rahatlamıştı. Kalacak bir yeri vardı. Yinede onu görmeden yapamadım. Potter'ların evlerinin orada gezmiştim. Onu gördüm. James ile birlikte şakalaşıyordu. Sonra Euphemia Potter'ı gördüm ikisine sevecen bir gülümsemeyle yaklaşmasını. Sonra çocukların kafasına şapka geçirmesini izledim. Sonra Sirius'un boynunda olan atkıyı düzelttiğini. Sirius'un o mahçup gülümsemesini. Benim yapmam gereken şeyleri başkası yapıyordu ve benim canım acıyordu...
Sirius'un McKinnon'ların tek kızıyla birlikte olduğunu öğrendiğim zamanı hatırlıyorum. Okulda yaptığı tüm haylazlıklarda yanında olan kız hala onun yanındaydı. Sana hiç anlatmadım ama ben Marlene'le tanıştım Orion. O kızın oğlum için önemli olduğunu öğrendiğimde gittim ve onunla tanıştım. Beni ilk gördüğünde yüzünde olan şaşkınlığı görmeliydin. Yinede kendini çabuk toparlamıştı. Bana "eğer Sirius'u üzmeye geldiyseniz lütfen hemen buradan gidin çünkü buna hayatta olduğum sürece izin vermeyeceğim. Ona çektirdiklerinizden daha fazlasını yapmanıza izin vermeyeceğim" demişti. Cesareti hem beni mutlu etmiş hemde sinirlendirmişti. Yinede hiçbir şey söylemedim. Biraz konuştuk. Dürüst olmak gerekirse sadece onu dinledim. Oğlumuza değer veriyordu. Ona destek oluyordu ve ona sevgi gösteriyordu. Bana karşı nefret doluydu. Çünkü her şeyi biliyordu. Yaptığım her şeyi... Haklıydı ve haklı olmasından nefret ettim.
Savaş döneminde mezun olduktan sonra karşı tarafta olmasına hiç şaşırmamıştım. İnandığı şey için savaşacağını biliyordum. Her gün radyoyu dinliyordum. Çünkü onun isminin okunup okunmayacağını bilmek istiyordum. Ona zarar gelirse ne yapacağımı bile bilmiyordum. Sadece onun adını duymamak umuduyla tüm gün radyo açıktı. Duymadımda aylar geçti Regulus'un kayboluşuyla işlerin ne kadar kötü bir yöne gittiğini biliyordum. Oğullarımdan birini kaybetmiştim. Diğeri ise tehlikenin göbeğinde oradan oraya gidiyordu. Benim tek kelime bile etmeye hakkım yoktı. Sonra radyodan bir anons duydum. McKinnon'ların evine yapılan saldırının ve tüm ailenin öldürülüşünün haberiydi. Bu haberin benim içime saldığı dehşeti nasıl tarif edebilirim bilmiyorum Orion. Onun adı söylenmemişti ama korkuyordum. O ve o kız hep birliktelerdi biliyorsun. Cenaze töreninin olacağının haberini aldığımda çok özlü iksirle beraber oraya gittim. Sirius oradaydı Orion gözleri kıpkırmızıydı ve boş bakıyorlardı. James yoktu diğer kumral saçlı çocuk Sirius'un uzağındaydı. Yanında sadece şu kısa çirkin sarışın çocuk vardı ama o da ona yardımcı olamıyordu. Tüm cenaze boyunca onu izledim. Bir ara onun yanına gidip ona destek olmayı bile düşündüm ama yapamadım. Cesaretim yoktu. Ben şansımı çoktan kaybetmiştim.
Biliyor musun Orion bir torunumuz var. Ve biz onu göremiyoruz bile. Evden çok özlü iksirle çıktığım bir gün şans eseri ona denk geldim. Küçük bir bebek vardı kucağında. Onu sıkıca sarmıştı. Karşısında ki kişiyle bir şeyler konuşuyordu ama ne olduğunu anlamamıştım. Biraz daha yaklaştım kucağında ki bebeğin yüzünü gördüğümde gözlerinde takılı kaldım. Çünkü gözler Sirius'un gözleriydi Orion o bizim torunumuzdu. Sirius küçük çocuğu öpmüştü ve ona "baban gitmeli hayatım sen şimdi Andy teyzelerde kalacaksın. Onları sakın üzme" diyordu. Merlin kalbimin binlerce parçaya bölündüğünü hissettim Orion. Onun o çocuğa bakışlarını görmek beni mahvetti. Karşısında yeğenim Andromeda olduğunu o sözlerle anlamıştım. Onu görmeyeli yıllar oluyordu. Ve torunum benim yerime ona emanet ediliyordu...
Ondan sonra Sirius'u hiç görmedim. Evimize seherbazlar dalana kadar ondan haber almadım. Seherbazların geldiği akşamı hatırlıyorum içimde olan o garip ağırlığıda ama yüzlerce yıl düşünsem nedeninin bu olacağını düşünmezdim. Bana Lily ve James Potter'a ihanet ettiğini ve Peter Pettegrew ile birden fazla muggle'ın ölümüne sebep olduğunu söylediklerinde yaşadığım şoku ömrüm boyunca yaşamamıştım. Beni evde düşüncelerimle yalnız bıraktıklarında bunun gerçek olamayacağını biliyordum. O yapmazdı. Oğlumu tanıyordum. Onun Azkaban'a gönderildiği haberleri çıktığında her şey için çok geçti. İki oğlumuda ve senide kaybetmiştim.
Orion artık bu kadar acıya dayanamıyorum. Onun orada yalnız ve kendi çocuğunun özlemiyle acı çekmesini düşünmeden yapamıyorum. Bunun son bulması lazım. Bu acının son bulması lazım...7 Ocak 1985
Walburga Black