[adım yok, bir koza içindeyim]"Gel, lütfen kaçma!"
Güneşli bir sonbahar gününde genç çocuk az önce penceresinden gördüğü beyaz bir kedi yavrusunu yakalamak için evden çıkmıştı. Annesi onu bir görse çok kızardı, bunu biliyordu ama sürekli penceresinin altına gelen bu kedinin onu yalnızlığından kurtaracağına inanıyordu.
Çünkü o bilmediği kadar uzun olan yaşamı boyunca hep yalnızdı. Asla normal bir çocuk değildi. Mesela sokağa çıkıp hiç arkadaş edinememişti, ya da düştüğü için dizleri yaralı bir şekilde annesinin yanına gelip naz yapamamıştı. Dışarıya çıkmasına izni olmadığından, evlerinin üst katında dışarıyı izlerdi hep. Onu da gizlice yapardı.
Çünkü annesi çocuğun yüzü konusunda çok hassastı. Bu yüzden ne zaman dışarı çıksa -ki bu sadece üç defa olmuştu- yüzünün bir kısmını hep şal ya da şapkayla gizlerdi. Bu, ona sürekli 'acaba çok mu çirkinim?' diye düşündürürdü. Eh, bunun cevabını da henüz bilmiyordu çünkü daha önce hiç aynaya bakmamış, yansımasını dahi görmemişti.
Bunun sebebi ise annesinin aynaların kötü ruhları barındırdığını söyleyip yansımasına bakmaması konusunda öğütler vererek onu aynalardan uzak tutmasıydı.
Bunlar yine hazmedilebilir şeylerdi ama o en çok adını merak ediyordu. Daha önce adını hiç başka birinin ağzından duymamıştı. Annesi bile "Çocuk." derdi hep ona. Kendisi hakkında hiçbir bilgiye sahip değildi. Bu ne kadar kötü hissettirse de şimdilik elinden gelen bir şey yoktu.
Şu anki tek amacı ise o tüylü minik kediyi bulmaktı. Ama maalesef evleri ormanlık bir alanda olduğundan ağaçların arasında küçük kediyi aramak çok zordu.
"Gel lütfen hadi alıp gideyim seni de!"
Yalvarırcasına söylediği şeylere yanıt alamayınca omuzlarını düşürdü. Bir an önce o kediyi bulup eve dönmeliydi, annesinin gelmesi an meselesiydi.
Fakat beklediği sesin aksine oldukça yüksek sesler duymaya başlayınca adımlarını tam tersi istikametine çevirdi. Başı belaya girsin istemiyordu. Bu sırada boynundaki şalla yüzünü gözlerine kadar kapatmayı unutmamıştı. Annesinin dediği gibi yüzüne nazar değsin istemiyordu.
Hızlı adımlarla geldiği yöne giderken arkasından gelen sesler yükseldi. Onu korkutan kalın sesli bir adamın "Hey, sen dur orada!" diye seslenmesi olmuştu.
O aksini yapıp parmak uçlarıyla şalını tutarak koşmaya başladığında maalesef ki eli ayağına dolaşıp yere kapaklanması bir olmuştu.
Arkadan gelen, at olduğunu tahmin ettiği sesler durdu artık sadece kendisine yaklaşan adım seslerini duyabiliyordu. Arkasındaki her kimse yaklaştı ve yaklaştı.
Gencin dizleri ve avuç içleri öylesine sızlıyordu ki ayağa kalkacak gücü bulamamıştı, tek güvencesi yüzünü gizlediği ince bir tül parçasıydı.
Adım sesleri önünde bir çift siyah bot görene kadar sürdü. Muhtemelen baş ucundaki adam kafasını kaldırmasını bekliyordu ama gencin öyle bir niyeti yoktu.
"Bana bak."
Duyduğu güçlü sesle şaşırmış ve bir o kadar da korkmuştu. Dinlediği hikayelerden tahmin ettiği kadarıyla karşısında bir asker duruyordu. Korkmuştu, bu yüzden ona denilenin aksine yüzünü mümkünmüş gibi biraz daha sakladı. Kalbi pişmanlıkla doluydu, belki de evden hiç ayrılmamalıydı.
Tam önünde onu sabırla bekleyen askerin aksine arkasındakiler oldukça sabırsızdı. Gencin duymasına rağmen anlamadığı bu sesler onların bellerinden çıkardığı kılıçlardan geliyordu. Yaklaşık beş asker kafalarıyla anlaşıp çocuğa yaklaşacaklardı ki sabırlı olan onlara dur dercesine tek elini kaldırdı ve hemen sonra derin bir nefes alarak diz çöktü.