Merhaba! ikinci bölümle karşınızdayım🫣 bu bölüm artık Taehyung'un gitmeye ikna olduğu yerden başlayacak. Hemen nasıl ikna oldu dememeniz ya da ikna etme bölümünü çok uzatmamak için diğer bölümü orada kestim.
Satır arası yorum yaparsanız çokk mutlu olurum:)))
Hepinize iyi okumalar sizi seviyorum<3
[askerin dizleri]
"Seojun. Bizden önce saraya ulaş. Krala haber ver, kutlamalar başlasın."dedikten sonra askerin gözleri onu izleyen meraklı gözlere çevrildi.
"Gidelim mi?"
"Gidelim."
Genç heyecanlıydı, kalbi kasılıyor içi içine sığmıyordu. Eh, kaçınılmaz bir burukluk da illaki vardı, yıllardır bildiği gerçekliğin dışına çıkmak onun için korkunç geliyordu. Yine de içinden bir ses askere güvenmesini gerektiğini söylemiş sonuç ne olursa olsun teklifini kabul etmişti.
Ara sıra gözleri doluyor, burnunun direği sızlıyordu. Yine de duygularını oraya gidene kadar bastırmak zorundaydı. Sinirini de üzüntüsünü de oraya ulaşıp gerçekleri tamamen öğreneceği zamana kadar saklamak en iyisiydi.
Jeongguk kalan askerlere kafasıyla işaret verdiğinde indikleri atlarına binip gitmeye hazırlanırken "Jeongguk, ben at binmeyi bilmem ki." dedi genç, aralarındaki boy farkı yüzünden kafasını kaldırmak zorunda kalarak.
Asker, ismini gencin ağzından duyunca hafifçe gülümseyerek "Benimle beraber binmek ister misin?" diye sorduğunda hemencecik onaylandı. Sarı saçlı olan ilk defa bir arkadaşı olacağı için mutluydu.
Jeongguk binmesi için atın dizlerini kırmasını sağlamasına rağmen hala onun için yüksek olduğunu farketmişti. Atın oldukça iri olmasının yanı sıra genç de yaşına göre biraz ufaktı. Bu yüzden asker tek dizini kırarak yere çöktüğünde gencin gözlerinin içine baktı. Genç ne demek istediğini illaki anlamıştı ama başını olumsuz anlamda salladı.
"Ama asker... dizlerin acır."
"Acımaz, askerim ben." diye reddettiğinde genç güldü.
"Askerlerin canı acımaz sanki."
Jeongguk doğrularak gencin kol altlarından tutarak ata binmesini sağlamış hemen ardından kendisi de arkasına binmişti. Tam olarak yerleştiğinde gencin belinin iki yanından geçirdiği elleriyle kayışları tutmuştu. En önde kendisi, arkasında dört askerle beraber saraya doğru ilerliyorlardı.
"Jeongguk ne anlama geliyor?" diye sordu meraklı prens, daha ilk dakikadan sorusunu sorarak. "Gurur. Doğduğumda büyükbabam seçmiş bu adı." dedi asker gözlerini yoldan ayırmayarak.
"Yaa ne kadar güzelmiş!" dedi hafifçe askere dönerek. Atın üzerinde bile kıpır kıpırdı. Ardından sözlerine devam etti, bu sefer biraz daha durgunlaştı.
"Hep bir ismim olsun istemiştim."
"Saraya ulaştığımızda isim töreni yapacaklardır. Eminim ki kral ve kraliçe senin için çok güzel bir isim bulurlar."
Genç birkaç saniyelik sessizliğin ardından adeta yerinden sıçrayarak "O zamana kadar bana sen isim bulsana!" dedi hevesle.
Asker güldü. "Ne haddime."
Fakat genç öyle heyecanlanmıştı ki "Lütfen Jeongguk, hem artık sen benim arkadaşımsın." demişti yeniden.
"Arkadaş mı?"
"Hmhm." diye onayladı prens.
"O zaman düşüneyim" diyerek bir süre istese de prens yaklaşık otuz saniyede bir "Buldun mu?" diye soruyordu.