2.BÖLÜM
Selaaam, keyifli okumalar...
🥀
Keskin alınan solukların ruhumu delen bıçağı kalbime saplandığında yaptığım tek şey yaşamak oldu. Güçlü sanarak attığım adımlarım kırıldığında zamana karşı gelemeyip bir kez daha kırılıyordum. Ruhumdan gelen çığlıkların attıkları acı, beynime ağrıların girmesine neden oldu.
Saat sabah altıya gelirken yine gürültülü bir kabustan uyanmıştım. Geçmişin izlerinden biri de kabuslarımdı işte. Dilimden dökülemeyen her kelimede rüyalarım o kadar kötüleşiyordu.
Yataktan çıkıp önce anneanneme baktım, ardından uykum olmadığı için ılık bir duşa girdim. Anneannem öksürdüğü için çok geç uyumuştu ve bu yüzden duştan çıkıp kahvaltı yaparken onu uyandırmadım. İşe erken gitmekten bir zarar gelmezdi. Yaklaşık bir haftadır zaten tam dakikasında gidiyordum.
Üzerime dümdüz askılı siyah bir elbise geçirdim, dizlerimin üzerindeydi. Saçlarımı da ensemde topuz yapıp yüzüme güneş kremimi ve rimelimi sürdüm. Sonunda evden çıktığımda hava çok kapalıydı ama buna rağmen oldukça sıcaktı.
Şirkete ulaştığımda kapalı olan havada yeryüzüne yağmur düşmeye başlamıştı. Yağmura kalmadığım için şükrettim, ıslanmayı sevmiyordum. Yağmurlu havaları hiç sevmiyordum, şimşekler anılarıma çarpıyordu.
Şule Hanım bile daha gelmemişti. Odaya geçip Kılıç Bey'in masasını toparladım. Çalıştığı çizim dosyalarını kenarda duran bir diğer masaya yerleştirdim, masanın üzerindeki kalemi elime alırken gözlerim daldı.
Neredeyse her çizimi bu kalemle yapıyordu ve özel tasarım olduğu belliydi. Gümüş kalemin üzerinde baş harfleri yazıyordu. Bir an düşünceli bir şekilde masada çizim yaptığı anı anımsadım. Kavisli kaşları odaklandığı kağıda bakarken çatık, orman gözleri kısıktı. Sert çehresi oldukça düz duruyordu ve iri parmaklarıyla çevirdiği kalem ona enerji veriyor gibi parmakları durmuyordu. Küçükken buna çok özenirdim ama bir türlü kalemi elimde kontrol edemezdim.
Onu bu kadar dikkatli izlediğimi fark etmek bana da tuhaf hissettirdi. Gözlerimin önünde yaptığı her hareketi zihnime kazıyordum sanki.
"Günaydın," diyen sesi duyduğumda yerimden sıçradım ve elimdeki kalem sertçe masaya düştü. Gözlerimi kırpıştırıp ona baktığımda kapıyı kapatıyordu. Yeşilleri gözlerime dokundu. "Erkencisin."
"Günaydın Kılıç Bey." Gözlerimi kaçırdım ve masaya uzandım. Kalemi alıp köşedeki kutusuna bırakırken sandalyeyi de düzelttim, ardından sakince gülümsedim. "Öyle oldu, siz de erken gelmişsiniz."
Başı hafifçe omzuna doğru eğildi. Yeşiller apaçık bir sakinlik sunuyordu. "Uyku tutmadı."
Gözleri gerçekten de yorgun bakıyordu. Siyah takımı ile o da benim gibi simsiyahtı bugün. Elindeki kese kağıdını da gördüm ama dikkat etmedim. Yine vanilyalı kurabiyeler miydi acaba? Sürekli onlardan alıyor olabilir miydi?
Gözlerimi kese kağıdından çekip Kılıç Bey'e çevirdim. Sanki ona bakmamı bekliyormuş gibi bana hafif bir tebessüm etti. "Kendine kahve alırken bana da getirir misin? Bir de küçük bir tabak."
Başımı yavaşça sallayarak, "Tabi ki," dedim.
"Sade olsun lütfen."
İstemsizce, "Biliyorum," dedim, ardından dudaklarımı birbirine bastırdım. Biraz şu çenemi tutsaydım keşke.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
MAHPERİ
General Fiction"Gülüşün," Diye fısıldadı kalın bir sesle. Elleri yanaklarımı buldu ve gözleri dikkatle siyaha dönen gözlerime kaydı. "Gözlerin," Ardından parmakları boynuma inerek soğuktan buz gibi olmuş tenime kaydı. "Şu tenin, Narin'im." Sıcak nefesi yüzüme çarp...