Hazal gideli bayağı olmuştu. Güneş batmıştı. Karanlık çökmüştü. Gökyüzünde yıldızlar hüküm sürüyordu.
Ama benim yaptığım eylem değişmemişti. Ağlamak.
Ne yapmıştım ben Çağrı'ya böyle?
Bir bok çukurundayım ve beni bu bok çukuruna atanlardan biri sensin Zeynep demişti bana.
Onu incittiğimden söz etmişti.
Bütün sevdiklerim beni karanlıkta unutmuş gibi hissediyorum, demişti.
Şimdi yabancıyız ama ellerini çenene koyarak beni izlemişliğin var, demişti. Yine o gün ki gibi ellerimi çeneme koyarak onu izlemek istiyordum. Dinlemek istiyordum. Açtığım yaraları daha fazla derinleştirmeden iyileştirmek istiyordum.
Sonra benim dediklerim geldi aklıma. Hayatta tek bir günü yaşama şansım olsaydı, o gün seninle olduğumuz hiçbir gün olmazdı. Ben böyle keskin akıllandım, demiştim. Yalandı.
Hayatta tek bir gün yaşama şansım olsaydı, herhangi Çağrı ile olduğumuz bir gün olurdu cevabı. Çünkü öyleydi. Çağrı'sız ben bir hiçtim.
Eksik bir şey vardı sanki hayatımda. Tüm yaşamım boyu eksik bir şey vardı. Hiçbir zaman bulup çıkaramadığım. Çağrı'yla beraber gitmişti bu eksiklik. Çağrı, benim diğer yarımdı. Boşluklarımı tamamlayan, benimle bütünleşen yanım.
Şu an burada ağlayarak ne yaptığımı fark ettim.
Niye yanına gitmiyordum?
Korkuyor muydum?
Kesinlikle.
Ama aldırış etmeden sadece telefonumu ve cüzdanımı alıp çıkmıştım evden. Pandalı gecelik elbisemle. Yukarıda ki taksi durağına gittim.
Her şey kötüye gitmiyormuş gibi radyoda çalan şarkı da cabasıydı.
"Şimdi kaybedersen, geriye döneceksin
Gitme, kaybedince daha çok seveceksin
Biliyorum hiçbir anlamı yok
Yokluğunda, yokluğunda, yokluğunda..."Kurumak bilmeyen yanaklarım tekrardan ıslanırken tutan miktarı ödeyip indim taksiden.
Beni görünce belki açmaz diye düşünerek rastgele bir zile bastım.
Açılan kapıyla asansöre bindim ve sonuncu kata bastım. Muhtemelen iki dakika sürmüştü ama bana iki asır gibi gelmişti.
İndiğimde, adım atmaya korkuyordum sanki. Onu kaybetme düşüncesi tüm zihnimi ele geçirmişken her tarafım uyuşmuştu.
Sensörlü ışık kapandı. Uzun bir süre karanlıkta kaldım. En sonunda pes ederek kapıya yanaştım ve zile basmak yerine bir kaç kez vurdum.
Çok geçmeden kapı açıldığında duştan yeni çıktığını belli eden ıslak saçları ve tişörtsüz üstü ile karşımda duruyordu.
Sanırım asla beni beklemiyordu?
Beni süzdüğünde dudağında bir tebessüm oluşsa da kısa sürede onu silip gözlerini gözlerime sabitledi.
"Zeynep?"
Bu kelime bile canımı acıtıyordu. Zeynep... Ben onun hep Zeyno'suydum. Tutturmuş bir Zeynep Zeynep, bırakmıyordı artık.
"Konuşmaya geldim."
Kararsız kalsada hafif yana kayıp içeri geçmeme müsaade etti.
"Önder Hoc-"
"Babam şehir dışında."
Anladığımı belli edercesine başımı salladım ve koltuğa oturdum.
Yanıma oturduğunda yutkunma ihtiyacı hissettim. Birisi şuna üstünü giymesi gerektiğini söyleyebilir miydi? Bir aydır temas etmiyorduk birbirimize ve şu an pekte iyi bir durumda değildim.
Odağımı yüzüne vermeye çalıştım. "Çağrı, özür dilerim."
Şaşıran bir suratla bakıyordu şu an bana. Sanırım azarlamaya geldiğimi falan düşünüyordu. Bu çocuk niye bu kadar tatlıydı bugün?
"Zeynep, sen ciddi misin?"
"Evet. Gayet ciddiydim. Hata bende. Sana kendini açıklama fırsatı vermedim."
"Fikrini değiştiren ne oldu?"
"Hazal ile konuştum. Bana o fotoğrafları arkadaşının çektiğini söylemişti ama Ege göndermiş ona."
Sinirden tüm kaslarının gerim gerim gerildiğini gözlerimle görüyordum. Duymadığımı sanan ses tonuyla fısıldadı. "Yavşak."
"Çağrı. Çok üzgünüm."
"Bende üzgünüm Zeynep. Bana atılan bu iftiraya inanmana bende çok üzgünüm."
Tekrardan gözlerim dolmuştu. Kafamı aşağı eğip parmaklarımla oynamaya başladım. Affetmeyecekti işte beni. Sevmiyordu artık. Vazgeçmişti benden.
Gözümden akan hızlıca bir yaş elime düştüğünde Çağrı birden aramızdaki mesafeyi sarılarak kapattı. Yaşadığım şokla biraz afallasamda hemen sarılışına karşılık verdim. Ellerimi çıplak sırtında dolamıştım.
Saçlarımı öperek geri çekildi. "Seni ağlattığı için Ege'yi öldüreceğim."
Kafamı kaldırarak göz teması kurdum. Yüzlerimiz çok yakın olduğundan nefesimiz birbirine karışıyordu. "Beni sen ağlattın." dedim çatlak çıkan sesimle.
Kaşları havaya kalktı. "Ben mi?"
Daha da yaklaştım. "Evet. Sevmiyorsun artık beni değil mi? Vazgeçtin benden. Güvenini kırdım. Aptalım ben aptal!.."
İnadına yaparmış gibi o da yaklaştı. Şimdi dudaklarımız arasında milimler vardı. "Evet aptalsın Zeynep. Senden vazgeçtiğimi düşünecek kadar aptalsın. Seni sevmediğimi düşünecek kadar aptalsın."
Daha fazla dayanamıp dudaklarımızı buluşturmuştu. Ve inanın hiçte nazik değildi. Bir ayın hıncını çıkarıyorduk sanki. Öyle ki, dilime gelen kan tadıyla geri çekildim.
Burnunu burnuma sürttü. " Bir daha beni bu duygudan mahrum bırakırsan, işte o zaman bozuşuruz Zeynep."
Burnuna bir öpücük kondurdum. "Asla. Öyle bir şey bir daha olmaz Çağrı. Olamaz."
Muzipçe sırıttı. "Güzel. Güven konusuna gelince, sonra trip atarım. Şu an daha güzel planlarım var."
Sözünü bitirir bitirmez tekrar dudaklarımızı birleştirdi. Dudağımı aralayıp diline izin verdiğimde geri dönülmez bir yola girdiğimizi hissetmiştim.
Benim elim çıplak sırtında hayali çizgiler çizerken o da bir elini kalçama indirmişti. Oturduğumuz pozisyonu yatma şekline çevirdiğinde boynuma yöneldi.
"En çok da bu kısmı özlemişim."
》》》
Bu kısa maceramda yanımda olduğunuz için çokça teşekkür ederim.
Umarım severek okumuşsunuzdur.
Kendinize iyi bakın. Bol ZeyÇağ'lı günler dilerim efenim 🌸.