- isimsiz bölüm

132 17 15
                                    


Kalabalığı yarıp da daracık kafese tıkılmış gibi kendine soluklanacak yer arayan ciğerlerime yardımcı olmak adına atıyorum kendimi salondan dışarı. Kapının önü de en az içerisi kadar kalabalık ama en azından hava açık diye düşünsem de parmaklarım düğmelerini açık bıraktığım gömleğin içinden boynuma doğru dolanıyor sanki açabilecekmişçesine nefeslendiğim yolu. Çok geçmeden adımı ve peşimden koşturan adımları duyunca arkama bile bakmadan merdivenleri ikişer üçer tırmanıp araba dolu yolda taksi beklemeye başlıyorum da anladığım kadarıyla filmlerde oluyor yalnızca, eli omzuma tutunuyor.

"Bekle, Porsche. Yanlış bir şey mi söyledim?"

Sen yanlış bir şey söylemedin, demek istiyorum ama ağzımı araladığım gibi sebebini kestiremediğim yaşlar dudaklarıma kadar inecek biliyorum, sadece kimse bana güzel olduğumu söylememişti daha önce.

"Mile, eve gitmek istiyorum."

"Ben bırakayım? Aklım kalacak böyle gitme."

Yüzüne doğru dönüşümle birlikte parlamaya başlamış gözleri turluyor her bir yanımı, kendimi ilk defa biri tarafından önemseniyormuş gibi hissediyor oluşum bir yana, bu kişinin canını yakmak zorunda oluşum sıkıyor canımı her bakmamda gözlerine. Bana iltifat edişini de beni dansa kaldırışını da bu yüzden sindiremiyorum. Yakınlaşma ve yaklaşma çabası elbette işime geliyor ama nedense, yapmam gerekenlerin dışında yaklaşmak istiyorum ben de ona. Beni merak ettiği gibi ben de onu merak ediyorum da önceliklerim belirlendikten sonra yarım aklımı değiştirmek öylesine zor geliyor ki, kalbimin kontrolünü ele alamadığım her an için daha da çok nefret ediyorum önce kendimden peşine annemden. Belki de beni böyle yarım akıllı doğurmasa ve her insan gibi ne hissettiğini bilebilme yeteneğimi küçücük yaşımda iyice köreltmese bugün olmak zorunda kaldığım yerde olmazdım.

"Porsche, söz veriyorum bir daha rahat hissettiğinden emin olmadan sana tek bir kelime etmeyeceğim düşündüklerim hakkında."

Omuzlarımdan kaydırdığı parmakları ellerime tutunurken başımı sallıyorum sadece. Ne söylediğini yarım yamalak duyuyor, hiçbir anlam çıkartamıyorum ama daha fazla düşünüp kendine eziyet etmesin diye onaylıyorum başımla her kelimesini. Ne istiyor ne de düşünüyor kötülüğümü, biliyorum. Çünkü okuyabiliyorum gözlerinin ışıltısından samimiyetini. Adının Mari olduğunu direkt Mile'ın ağızından duyduğum kadın her nasıl ki benimle dans etmeye kalktığında matlaştırdıysa bakışlarını, karşımdaki oğlanın koyu gözleri ellerime her tutunuşunda biraz daha parlıyor zıt gibi.

"Seni eve bırakayım mı?"

"Teşekkür ederim."

Ellerime dolanmış parmaklarını sıkarken gülümsüyorum yarım ağız ayıp olmasın diye. Üzerimdeki takıma aldırmadan kaldırım kenarına çökerken valeye seslenişini duyunca rahatlıyor omuzlarım. Eve gitmek ve defalarca aynada gördüğüm yüze "Güzelsin." demek istiyorum. Gerekirse tüm gece duysun ki bir daha işitince geçmesin kendinden bünyem. Yanıma çöküp koluyla koluma hafifçe vurduğunda hafifçe çeviriyorum dizlerime yasladığım başımı.

"Manşet olacağız gazetelere."

"Reklamın iyisi kötüsü olmaz."

Söylediği ile birlikte yüzümü dizlerime kapatıp gülmeye başladığımda onun da gülüşü değiyor kulaklarıma. Bu cümleyi ilk kurduğunda beni gerçekten reklam malzemesi edeceğini düşünmüş olmama gülüyorum en çok. Sanki beni kullanmaya ihtiyacı varmış gibi ahkam kesiyorum ama en çok benim işimi görür hakkımızda yayınlanan herhangi bir haber. Benim sözlerimden ziyade elle tutulur bir kanıta sahip olmak annemin de çok hoşuna gideceğinden, gazete sahibi hoşlanmayacak da olsa, bir sakınca görmüyorum o an çekilmiş karelerde ya da kulaktan kulağa dolaşacak dedikodularda.

the manHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin