-2

170 22 17
                                    


20/06/1890 // Sevgili günlük;

Bu saçma deftere ne yazacağımı bilmiyorum. Dostlarım bana buna gün içinde yaşadıklarımı kağıda dökmemi söylediler. Zaten ben yaşadıklarımı boyalar ve tuvallerle anlatabiliyorum. Ama sanırım yeni şeyler denemenin vakti geldi, değil mi günlük? Tanrım bir defterle konuştuğuma inanamıyorum.

Her neyse sanırım bugün olanları anlatmam gerek. Kesinlikle bugün hayatımın en berbat günüydü, buna eminim.

Sabah erkenden kalkıp kahvaltı yerine dün pişirdiğim kruvasanlardan yedim. Sağlığıma dikkat etmiyordum ama kesinlikle umurumda değil. Her neyse sonra da dün yarım bıraktığım portreyi tamamladım. Evet evde yapacak bir işim yoktu. Bende her zaman gittiğim -adını asla hatırlamadığım- çimenliğe gittim.

Pardon! Ne giydiğimi yazmayı unutmuşum. Üstüme kahverengi-beyaz çizgili gömlek giydim -en azından üstüne boya geldiğinde leke pek belli olmuyordu-. Her neyse altıma da şu zamanlar çok moda olan kahverengi kadife pantolon giydim.

Çimenliğe geldiğimde kasabalılar bir telaş içindeydi. Gerçi her gün böyle olurdu. Tek trene giden yol buradan geçtiği için, insanları gözlemlemek için burası harikulade bir yerdi. Ağacın dibine oturup bağdaç kurdum ve defterimi elime aldım.

Bugün insanlar ne kadar sıkıcı ve renksizdi. Ta ki biri gelene kadar. Adını bilmediğim ve daha önce buralarda hiç görmediğim biri tam karşıma oturdu. Elinde bir keman çantası vardı. Kemikli ve uzun elleri en çok dikkat çeken yeriydi. Uzun siyah saçlarını arkadan bir toka yardımı ile tutturdu. Gözlerim birden yüzüne kaydı. Kemikli yüz yapısı oldukça iyiydi. Elmacık kemikleri keskin, kirpikleri uzundu.

Evet, sanırım onu yiyecek gibi baktığım için koyu gözlerini benimkilerle buluşturdu. Evet günlük, o an kalbimin durduğunu hissettim sanki. Kalbim hızla çarpıyordu ama neden? Muhtemelen tarzını beğendiğim içindir, muhtemelen...

O sırada ayağa kalktığında boyunun uzunluğu da gözümden kaçmadı. Kesinlikle çekici bir vücudu vardı. Ah neler yazıyorum ben?

Birkaç adım atıp yanımda benim gibi oturup bağdaç kurdu. Anlamamış bakışlarla yüzüne baktım.

Gülümsedi ve kadife sesiyle konuştu "Merhaba, bu kasabaya yeni taşındım hiç arkadaşım yok. Uhm buralarda Bayan Mariana'nın kafesi varmış, şey sormak istiyordum belki beraber-" sözünü kesip cevapladım, saygısızlık yaptığımı biliyorum, aptal biriyim.

"Tabi ki gideriz." Diyerek cevapladım. Keman çantası olduğunu bildiğim çantasını aldı. Bende kalemlerimi bir elime, defterimi bir elime aldım.

Yürüdük, Mariana'nın kafesine kadar. İçeriye girdiğimizde biraz kalabalıktı, sanırım Mariana'nın bugün yoğun  günüydü. Başımla Mariana'ya selam verdim. Kabarık elbisesiyle bana doğru yürüdü ve başıyla selam verip bize herhangi bir masa gösterip oraya oturmamızı istedi.

5 dakikadır ikimizin de ağzını bıçak açmamıştı. Artık birinin konuşması gerek diyerek konuya daldım.

"Bayım, adınızı öğrenemedim. Tabii isterseniz söyleyebilirsiniz" dedim. Başını kaldırdı ve bana baktı.

"Bana bayım demenize gerek yok. Sanırım aynı yaştayız ve adım Micheal." dedi. Micheal.. sanki bir yerlerden hatırlıyor gibiyim.

"William. Yani William Byers." dedim. Aptal mıyım neyim, neden onunla konuşurken sürekli kelimeleri boğazıma diziyor? Sanki gözleriyle bana komut veriyor.

Çaylarımız geldiğinde konuşmadan çayları içtik. İkimiz de utangaç ve sıkılgan tiplerdik. Gözleri birden masanın üzerine bıraktığım defterime kaydı.

Çayını masaya bıraktı "Resim mi çiziyorsun?" diye sordu. Sakinlikle başımı salladım. Sözlerden çok mimik kullanmak daha çok hoşuma gidiyor sanırım. Sonra derin bir nefes alıp "Bakabilir miyim? Ah şey pardon pat diye oldu ama" dedi.

"Sorun değil bakabilirsin" diyerek defteri ona uzattım. Uzun parmaklarıyla defterin sayfalarını teker teker çevirdi. Son çizime biraz daha odaklandı sanki. Neden olacak çünkü onu çizdim tabii ki bakacak!

Hızlıca defteri elinden çektim. Kaşlarını kaldırıp bana baktı. Sandalyeyi çekip ayağa kalktım, giderken "Üzgünüm gitmem gerek, belki sonra görüşürüz bayım!" dedim ve koşarak kafeden çıktım. Birkaç sokak sonra eğilip derin nefesler aldım. Evet biliyorum günlük aptalın tekiyim! Kim bilir ne düşünmüştür şimdi. Birdaha nasıl yüzüne bakacağım. Tanrım! Cidden çok salağım.

Eve dikkatlice gittim. Sürekli tetikteymiş gibi sağıma, soluma bakıyordum. Onu görmemem en büyük şansımdı! Güvenli bir şekilde eve girdim ve kendimi direkt yatağa attım.

Düşündüm, sence kimi günlük? Micheal. Çık aklımdan artık. Nasıl yaparsın bunu bana! Kelimelerim, mürekkebim bile seni yazıyor artık. Bunları yazarken de seni düşünüyorum. Nasıl olur da bunu bana yaparsın. Anlamıyorum, gerçekten anlamıyorum.

Şimdi ise masanın başında bu aptal günlük denen şeye herşeyimi anlatıyorum. Birinin eline geçse beni deli sanar sanırım. Gece saat 4e geliyor ve bu aptal günlüğe bugün yaşadıklarımı anlatmak için uyandım. Her neyse esnemeye başladım ve mürekkebim bitmek üzere. Bu demek oluyor ki yarın şehire ineceğim. Modern insanları görmek güzel aslında. Her neyse uzatıp duruyorum mürekkebim bitiyor, görüşürüz aptal günlük.

......

1890'dan bu güne kadar o günlük hep burada mıydı? Jane ve Max birbirlerine baktılar ve gülümsediler. İkisi de ne olacağını anlamıştı bile. Jane diğer sayfayı çevirdi ve sesli bir şekilde okumaya devam etti.











diary -byler-Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin