22/06/1890 //Sevgili günlük;Doğruyu söylemek gerekirse, buraya yazmak rahatlatıyor gibi. En azından bir arkadaşmış gibi konuşabildiğim biri var değil mi günlük? Neyse uzatmayayım.
Her zamanki gibi sabah kalkıp kahvaltı yaptım. Tabii buna kahvaltı denirse, 2 gündür buzdolabında bekleyen sandivici yedikten sonra eşyalarımı çantama doldurup evden çıktım. Dün Mike ile sözleşmiştik, yine aynı çimenliğe gelecekti. Aramız ise.. bilmiyorum arkadaşız sanırım, yani ona göre öyle.
Her neyse evden çıkıp direkt çimenliğe gittim, o da oradaydı. Ağaca yaslanmıştı, yeni gelmiş gibi gözüküyordu, çünkü daha keman çantasını açmamıştı bile. Yanındaki ağaca yaslanıp bağdaç kurdum ve başımı yukarı kaldırdım. Gökyüzü bugün çok maviydi. İkimiz de sessizce otururken Micheal konuşmaya başladı.
"Uhm Will iyi misin? Suskundun biraz."
dedi."Evet iyiyim Mike, sadece yorgunum." dedim. Çok geçmeden konuştu;
"İyi olmana sevindim," dedi, sonra da tüm vücudunu bana çevirdi ve gözlerini gözlerim ile buluşturdu. "...Şey diyecektim, bugün boşsan eğer benim evime gelir misin? Yanlış anlama sadece seni daha yakından tanımak için" dedi. Gülümsedim.
"Tabii olur aslında. Bugün pek işim yok gelebilirim" dedim. Gülümseyerek önüne döndü ve kemanı çıkardı. Akorunu ayarladıktan sonra çalmaya başladı. Hayranlıkla izledim, gerçekten mükemmel çalıyordu. Önümüzden geçen birkaç kişi bahşiş bıraktılar. Ben ise yine onu çizdim, tekrar, tekrar ve tekrar... Bu aralar tek ilham kaynağım oydu.
Akşam üstüne kadar orada oturduk, hava kararmaya başlayınca Micheal, yavaştan toplanmaya başladı. Bende malzemelerimi çantaya gelişi güzel attım. Mike çoktan ayağa kalkmıştı bile, kalkmam için elini uzattı. Elini tutup bütün gücümle ayağa kalkmaya çalıştım ama çok başka şeyler oldu.
Tam ayağa kalkacakken dengesini kaybetti ve üzerime düştü. İyi ki arkamda çimenlik vardı, yoksa ikimiz de yere yapışacaktık. Ellerini iki yanıma koymuş üstümde öylece durmuş donuk bir ifadeyle yüzüme bakıyordu. Karnımdaki kelebekleri zapt etmek o kadar zordu ki... Kalbim yerinden çıkacakmış gibi çarparken sadece onu izliyordum. Yüzü hafiften kızarmıştı bile, onun bu haline kıkurdadım. Kendine gelip üstümden kalktı. Ayağa kalktıktan sonra, yol boyunca konuşmadık. Utançtan ölmek üzereydim sanırım.
Evine geldik, dışı küçük bir klubeye benziyordu. İki katlı ama, küçük bir evdi. Ahşaptan olan evin kilidini açtı ve içeriye girdik. İçerisi, dışarısı kadar güzeldi. Evi, onu yansıtıyordu, her yerde tablolar, kahve ve çay bardakları, kahverengi çoğunluk kullanılan küçük bir evi vardı. Etrafı izlemeyi bırakıp, peşinden odasına girdim.
Odası da kendisi kadar güzeldi. Duvarlarda müzik grubu posterleri, masada dağılmış birkaç nota kağıdı vardı. Biraz daha ilerleyip yatağına oturduk. Ona döndüm, yeri izliyordu.
İç çektim "Michael, utanmıyorsun değil mi? Sadece bir kazaydı, unut gitsin" diyerek gülümsedim. Yüzünü yavaşça kaldırdı ve bana baktı. Bakışlarıyla konuşuyordu sanki. Gülümseyerek baktı ve yüzümü incelediğini hissettim. Gözleri dudaklarıma kaydığında, dikkatle onu izledim. Kurumuş dudaklarını ıslattı ve gözlerim ile gözlerini buluşturdu.
"Bugün bende kalsana, hem bu saatten sonra eve gitmen tehlikeli olur değil mi?" dedi. Önce biraz tereddüt etsemde, kalmaya karar verdim. Sonuçta, en fazla ne olabilir di ki?
Birbirimiz hakkında biraz sohbet ettik. Ailesi, onu buraya göndermiş, aslında Hawkins diye bi kasabada yaşıyormuş. Saat geç olduğunda uyumak için yer yatağını aramaya başladı. Heryeri aradı, ama bulamamıştı. Hatta ona bende yardım ettim, ama ortalıkta yoktu.
"William mecbur yan yana yatacağız. Zaten yatak o kadar küçük değil sığabiliriz değil mi?" dedi yüzüme bakarak. Yüz ifademi inceliyordu. Sakince gülümsedim, zaten yan yana yatmak işime gelirdi. Kafamı olumlu anlamda salladım, yüzünde sıcak bir gülümseme belirdi.
İkimiz de aynı anda yatağa girdik, tenlerimiz birbirine değiyordu. Put gibi dikilmek zorunda kalmıştım, çünkü hareket edersem eğer onu rahatsız ederdim.
"Will rahat olsana biraz? Çok kasıyorsun kendini, benim yanımda lütfen kendin gibi davran. Seni asla yargılamayacağımı, kızmayacağımı biliyorsun değil mi?" dedi gülümseyerek. Bunları söylemesi içime biraz olsun su serpmişti. Konuşması, sesi içimi rahatlatıyordu.
O kendini uykunun kollarına bırakmışken, onu izlemekten, onu düşlemekten uyuyamamıştım. Evet, o gün tüm gece uyuyamadım. Ellerimi korkak ve aciz bir şekilde saçlarının uçlarına değdirdim ve nazikçe okşadım. Ellerim biraz daha yukarılara çıkmak istedi, ipek saçlarında ellerimi gezdirdim. O hep dokunmak istediğim saçlar, sonunda ellerimdeydi. Ellerimi çillerinde gezdirmek istedim, yapamadım. Ellerimi her yerinde gezdirmek istiyordum. Ama sadece izlemekle yetindim. Tenlerimizin değmesi bile içimdeki kelebekleri uçurmaya yetiyordu. O zaman bir daha aşık oldum sana Micheal. Beni kendine aşık etmekten yorulmadın mı? Beni kendine bu kadar bağlamak suç değil mi? Yüzüne bakıp dokunamamam ne kadar acı verici. Sana o gece tekrar aşık oldum, tekrar, tekrar ve tekrar.
Canım bugün çok bölüm yazmak istedi hatta belki bir tane daha bölüm atarım. Oy ve yorumlarınız için teşekkürler <3
ŞİMDİ OKUDUĞUN
diary -byler-
FanfictionJane ve Max, evlendikten sonra yeni evlerine taşınırlar. Fakat evde garip birşeyler vardır. Bir günlük, ünlü ressam William Byers'ın günlüğü.