-3

115 21 42
                                    

21/06/1890 // Sevgili günlük;

Selam 'sevgili' aptal günlük. Tamam, sanırım alışıyorum. Bugünde neler yaşadığımı anlatacağım sanırım. Her neyse.

Normalde sabahın erken saatlerinde uyanan ben, bugün nedense öğlen uyanmıştım. Evet, bugün o lanet şehire inmem gerekti. Bu kasabadan nefret ediyorum. Neden şehirde bir ev tutmadım ki? Umarım onu görmem, umarım.

Kahvaltı yapmadan evden çıktım, çünkü aç hissetmiyordum. Micheal'ı görmemek için resmen Tanrıya dua ediyordum. Teşekkürler Tanrım! Gerçekten onu karşıma çıkardığın için çok teşekkür ederim! Lanet olsun düşündükçe utanıyorum.

Her neyse evden çıkıp tren istasyonuna gittim. O yoldan geçmem gerek, çimenli yoldan. Lanet yol. Diğer insanların arasına karışarak, resmen koşacak bir biçimde yürümeye devam ettim. Evet oradaydı, keman çalıyordu. Kahretsin. Sence sonra ne oldu günlük? Tabiki de beni gördü!

Kalabalığın arasından 'saklandığımı' düşünerek hızlıca geçerken yine o kadife sesi duydum;

"Hey William, nereye böyle? Trene mi gideceksin?" İçimden küfürler ederek yanına gittim. Mükemmel görünüyordu. Bu sefer saçları salıktı ve nemli gözüküyordu. Duş alıp geldiği belliydi. Üstüne ise kahverengi bir gömlek ve beyaz bir kadife pantolon giymişti. Onu süzmeyi bırakıp yüzüne odaklandım. Yüzüme bir gülümseme yerleştirerek karşısında durdum. O da bana gülümsüyordu.

İç çekerek cevap verdim. "Evet Micheal, mürekkebim bitti." diyerek cevap verdim.

"Uhm şey diyecektim, bende gelebilir miyim? Şehire nasıl gideceğimi bilmiyorum." diyerek elini ensesine götürdü.

Hafifçe kafamı evet anlamında salladım. Keman çantasını topladı ve benimle beraber yürüdü. İstasyondan bilet aldıktan sonra treni beklemeye başladık. Rahatsız edici bir sessizlik vardı. Aslında sessiz olması işime gelmişti. Umarım dünü hatırlamıyordur. Ya da o resimi, lütfen hatırlamasın.

Başını bana çevirdiğini hissettim "Bay William, ben bir şey soracaktım ama?" dedi. Kahretsin.

"Sorabilirsin Micheal"

"Uhm dün çizdiğin resim biraz tanıdık geldi açıkçası. Yanlış anlama resimlerini çok beğendim ama son sayfa biraz değişik geldi. Umarım yanlış anlamıyorsundur." dedi.

Başımla birlikte vücudumu ona çevirdim. "Tabii ki yanlış anlamadım. Sadece.. anlarsın ya tarzını beğendiğim kişileri çiziyorum. Ve bunun için senden af dilemek istiyorum" dedim.

"Af dilemene gerek yok, anlıyorum" diyerek sıcakça gülümsedi ve tekrar önüne döndü. Zaten tren de gelmişti. Sırayla girdik ve numaramızın olduğu vagona geçtik. Yan yana oturduk.

Şehir buradan biraz uzaktı, yarım saatlik yol kadar. Alışmıştım artık gerçi, ama o an hem tedirgin, hem de huzurlu hissediyordum. Utanılacak bir şey yapacağım diye ödüm kopuyordu. Tren yolculuğu bazen sıkıntılı olabiliyordu. Mesela bazen kömür bitebiliyordu. Ama bu seferki öyle değildi. Tanrım, sana bir kez daha teşekkür ederim! Hayatımın en berbat (ama güzel) 2. Gününü yaşattığın için!

Aradan biraz zaman geçtikten sonra omzumda bir ağırlık hissetmiştim. Kafamı hafifçe soluma çevirdim, Mike uyuyordu. Kafamı çevirdiğim için burnuma saçları değiyordu. Gözlerim yüzüne kaydı, çillerini fark ettim. O an, o lanet çillere o kadar dokunmak istemiştim ki... Kemikli yüz yapısına, genelde çil uymazdı ama, onda o kadar güzel duruyordu ki. Daha onunla alakalı anlatacağım o kadar çok şey var ki, ama buna mürekkebimin dayanacağını sanmıyorum.

Omzumda uyumaya devam etti, bende onu izlemeye. Neler oluyordu ki bana? Sanki onu izlemek bana huzur veriyordu. Ama daha yeni tanıştığım biri için bunları hissetmem normal miydi?

Tren aniden fren yaptı. Herkes öne doğru savrulurken kolumu Micheal'ın göğsüne bastırıp öne savrulmasını engelledim. Gözlerini yavaşça açıp anlamayan gözlerle yüzüme baktı. Elinden tutup hızlıca vagondan çıktık.

Tren, raylarda duran bir kayaya çarpmıştı ve ağır hasar almıştı. Şehirdeki tek tren oydu. Micheal ile birbirimize korkuyla baktık. Eve nasıl döneceğiz diye düşünürken, konuşmaya çalışan tren şoförünü dinlemeye çalıştık. Ama hiç ses gelmiyordu. Mike birden elimi tuttu ve çimliklere sürükledi.

"Micheal! Nereye gidiyoruz?" diye sordum.

"Bilmiyorum!" diye bağırdı. Saçma bir şekilde ona güveniyordum. Nereye gittiğimizi bilmeden sadece koşuyorduk. Biraz daha koştuktan sonra bir uçuruma yaklaştık. Her tarafımız çiçeklerle kaplıydı, güller, papatyalar, zambaklar, laleler... Ve daha sayamadığım birçok çiçek. Nasıl burayı daha önce fark etmemişim diyerek kendime lanet okudum.

Adımlarımız yavaşladığında ellerimiz hala kenetliydi. Başımı aşağıya çevirdim, yanaklarımın yandığını hissedebiliyordum ve umarım bunu görmezdi. Ellerimiz kenetli bir şekilde uçurumun kenarında bir kayaya oturduk. Nedensiz bir şekilde ona güveniyordum. O an oradan atlayalım dese düşünmeden atlardım.

Uçurumun kenarında sessizce manzarayı izlerken, rahatsız edici sessizliği o bozdu;

"William, gerçekleştirmek istediğin bir hayalin var mı?" dedi.

Manzaradan gözlerimi ayırıp ona döndüm, "Evet, var. Birçok hayalim var ama sadece birini gerçekleştirmek istiyorum" dedim.

İç çekti "Sakıncası yoksa, söyleyebilir misin?"

"Tabii ki. Yargılama ama. En çok gerçekleştirmek istediğim hayalim, bir gün ünlü bir ressam olmak. Kendimi yıllardır buna adadım biliyor musun? O kadar çok istiyorum ki... En büyük hayalim arkamdan bir iz bırakabilmek. Bana ait bir eser, sanat bırakabilmek. Anlıyor musun?" dedim. Derin bir nefes alarak tekrar manzaraya döndüm. Beni izlediğini hissedebiliyordum.

"Ne güzel. Bence başarılı bir ressam olursun. Hayallerinin peşinden git William Byers" dedi. Sonda adımı bastırarak söylemişti. Ona dönüp gülümsedim, gözlerim pembe dudaklarına kaydı. 'İstemeden' dudaklarımı yaladım. Gerçekten istemeden oldu.

Gözlerini hemen kaçırdı ve başka yönlere baktı. Kızardığını görebiliyordum. Onun bu haline kıkırdadım. Ellerimiz hala kenetliydi. Kalp atışlarım hızlanıp duruyordu. Yerinden çıkacak gibiydi. Karnımdaki kelebekler artık uçmak istiyordu. Yüzüne özlemle baktım. İnsan bir günde bir insanı bu kadar özler miydi? O benim için neydi ki? Sadece bir arkadaş, belki.

Hava kararmaya başlamıştı, yürüyerek eve gittik, evet yanlış okumadınız şehir yolunun yarısından yürüyerek eve gittik! Bu sayede evini de öğrenmiş oldum. Evlere dağıldık ve hemen masa başına geçtim. Yorgun olmama rağmen, yazmak istedim günlük. Ve şuan uyuyacağım. Son bir şey eklemek isterim, hayatımı etkileyen bir şey;

Bugün bir şey öğrendim, çok önemli bir şey. Aklımdaki tüm soruları yok edecek bir şey. Duygularıma artık hakim olamıyorum günlük, onu düşündükçe kafayı yiyiyorum. Beynimi ele geçiren bu adam, sadece bir arkadaş mı? Kelimelerimi boğazıma dizen, onu her gördüğümde içimdeki kelebekleri zapt edemediğim adam, defterlere sığmayan mürekkeplerin onu anlatmaya yetmeyen adam. Kesinlikle arkadaş değildi. Aşktı. Aşkın ta kendisiydi. Beni kendine bağlıyordu, bu cümleleri bana yazdıran adam, aşık olduğum adam. İlk görüşte aşka inanır mısın günlük? Okuduğum bir çok romanda, öyle deniliyor sanırım. Ama tek değişen bir şey var, o romanlarda kadın ve erkek var. Bir erkeğe aşık olduğum için ne kendimden ne de yönelimimden utanmıyorum. Öyle bir adama aşık oldum ki, beni büyülüyor günlük. Gittikçe beni daha çok etkiliyor. Daha 2 gün oldu günlük. Başta bunun bir hoşlantı olduğunu sandım, ama kesinlikle öyle bir şey değil. Aşık oldum ben günlük. Öyle birine aşık oldum ki, kelimelerim, mürekkebim yetmiyor. Güzelliğini anlatmaya gücüm yetmez. Bugün aşık olduğumu öğrendim, bir erkeğe.

Selamlarrrr ilk defa bu kadar uzun bölüm yazdım. Kitap fazla okunmasa da atabildiğim kadar bölüm atmaya çalışacağım. Okullar açıldı ve ben liseye geçtim:- Yarın yine bu uzunlukta bölüm atacağım. Oy vermek falan filan zorunlu değil kafanıza göre takılın.


diary -byler-Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin