günlerim yoongi'yle geçer olmuştu. beraber sabahları bahçemizle ilgileniyor, ardından jungkook'un yanına gidiyorduk. jungkook da çok sevmişti yoongi'yi.
yoongi oldukça gizemli birisi. duygularını asla dışarıya vurmuyor. çok güldüğüne şahit olmadım mesela.
nedenini sorduğumda karakterinin böyle olduğunu söyledi. hadi ama hangi insanın hayatında mutluluk denen bir duygu olmazdı ki? ya da mutlu olmadan nasıl yaşayabilirdi ki insan?
bana bu laflarımı yedirmişti ona düşüncelerimi söylediğimde. her insanın mutlu olmadığını veya kendini mutlu olmaya zorlayamayacağından bahsetti. hak verdim böyle söyleyince ona.
bugün de jungkook'un yanına gittik her zaman olduğu gibi. bize göstereceği bir şeyi olduğundan bahsediyordu. deli gibi merak ediyordum çünkü jungkook böyle diyorsa göstereceği şeyin ilginç bir şey olacağı kesindi.
kapısını tıklattım yavaşça. bayan jeon karşıladı bizi. jungkook'un arka bahçede hazırlık yaptığını söyledi bizim için.
merakla oraya adımladık. jungkook hızlıca yanımıza geldi.
"geldiniz demek. hadi, az ileride size göstereceğim şey." dedi kolumdan çekiştirerek.
yoongi de peşimizden geldi. gördüğüm şeyle yüzümü kocaman bir tebessüm kaplamıştı.
"dilek fenerleri mi aldın sahiden?"
başıyla onayladı beni.
"bu akşam uçururuz dedim. güzel olmaz mı?"
yoongi'ye dönerek konuştuğunda, o bir baş sallamayla yetinmişti.
"o halde biraz oturalım." deyip duvar dibindeki minderleri uzattı ikimize jungkook.
hep beraber havanın kararmasını bekledik dilek fenerlerini uçurmak için.
bu sırada yoongi'nin etraftaki cırcır böceklerinin sesini dinlediğine şahit olmuştum. minderimi ona doğru yaklaştırdım.
"sesleri garip bir şekilde huzur vermiyor mu insana?" diye sordum.
"öyle ama benim ilgimi çeken veya hoşuma giden şey o değil."
"ne öyleyse?" dedim.
başını bana doğru çevirdi. aramızda az bir mesafe vardı şimdi.
"kısacık ömürleri. yalnızca birkaç hafta yaşıyorlar. onu da bir eş arayarak ve geceleri böyle öterek geçiriyorlar. eşlerini bulduktan sonra da ölüyorlar. bazen onlar için üzülüyorum. ömrünü bir şeye adayıp ona tam anlamıyla sahip olamadan ölmek çok kötü."
gülümsedim. öyle bir gülümsedim ki gözleri dudaklarımda takılı kaldı.
"ne güzel bir kalbin var senin öyle. bırak onlar için üzülmeyi, bütün bu dediklerini aklıma bile getiremezdim ben. beni çok şaşırtıyorsun yoongi. her anlamda."
"insanlar farklıdır jimin. düşüncelerimiz, duygularımız, hissettiklerimiz ve en önemlisi de yaşamlarımız. hepimiz birbirimizden farklıyız. ben sadece adil bir dünyada yaşamak istiyorum. herkesin hak ettiği şekilde, hak ettiği bir hayatı yaşamasını." diye cevap verdi söylediklerime.
jungkook muhabbetimizi bölmüştü ufak bir sitemle.
"hadi ama daha sonra da konuşursunuz. uçuralım şu fenerleri. dilek dilemeyi de unutmayın sakın."
her birimiz bir tane dilek feneri almıştık elimize. jungkook kendisininkini yakıp uçururken ben de vakit kaybetmeden yaktım fenerimi.
yoongi'ye dönüp baktığımda onun da henüz uçurmamış olduğunu gördüm fenerini. o da bakışlarını çevirdi gözlerime. ardından gözlerimizi kapattık ve dileklerimizi diledik.
aynı anda gökyüzüne bırakırken fenerlerimizi cevaplamayacağını bilsem de sordum ona.
"ne diledin?"
yine beni şaşırtmayı başarıp cevap vermişti söylediğime.
"herkesin dilediği gibi bir yaşama sahip olmasını."
benim ne dilediğimi sormadı o ama. sorsun da istemezdim. çünkü ben o gün, yoongi'nin sonsuza kadar benimle kalmasını diledim.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
roses are red, violets are blue | yoonmin
Fiksi Penggemar"uçurtma uçurmak ister misin?" diye sordum. "sen beni buğday tarlalarına götür." dedi. "ne zamandır, onları görmenin hayalini kuruyorum. benim geldiğim yerde çiçek bile zor yetişiyor." güldüm. koca şehirden küçücük bir köye gelen bu çocuğun böyle şe...