Yine rutinleşmiş günlerden biriydi. Park Chang Ho gözlerini uykudan açmış ve kısık gözlerle yanındaki en sevdiği güzeller güzeli karısını izliyordu. Hayatı sıkıcı ilerliyordu ama karısının yüzünü gördüğü anda bütün sıkıntıları yok oluyordu. Karısını uyandırmadan yavaşça yanından kalktı. Bugün karısıyla evliliğinin yıldönümüydü. Bugün 6. senesini kutlayacaklardı. Ona sürpriz yapmak için kahvaltı hazırlamaya başladı. Ama bu pek sürpriz sayılmazdı. Karısı da çalıştığından onu daha fazla yormamak için her sabah kahvaltıyı kendisi hazırlıyordu. Kahvaltı hazırlamaya başlarken bir anda aklına karısının en sevdiği sabah kahvaltısı olan krep yapma fikri geldi. Hemen hazırlıklara başlayıp yirmi dakika da krepi hazırladı. Masayı hazırladıktan sonra taze sıkılmış bir portakal suyu da masaya ekledi. Karısını uyandırmak için odaya doğru yürüdü. Kapıyı yavaşça açtı. Karısı hala uyuyordu.
Yanına yaklaştı ve:
— Karıcığım hadi uyanma vakti. Kulağına fısıldayıp, ''Senin için çok güzel bir kahvaltı hazırladım'' dedi. Karısı uykudan gözlerini açıp Park Chang Ho'nun yanağına öpücük kondurdu.
— ''Hadi çabucak uyan. Daha giyineceksin kahvaltı etmemize vakit kalsın.'' diye ekledi Park Chang Ho.
Karısı çabucak giyinip salona geldi. Masa çok güzel görünüyordu. Arkadan bir ses,
— Yeon Joo benim güzel karım.
Yeon Joo arkasına döndü ve Chang Ho'nun ellerinde gülleri görünce şaşırdı.
— Ahh Bugün... Unutmuşum... Nasıl unuturum?
— Pek unutmuş sayılmazsın akşama kadar çok vaktimiz var değil mi karıcığım?
— Nası yani?..
— Akşama sana göndereceğim adreste olmanı umuyorum.. Umarım beni bekletmezsin..
Yeon Joo bir hemşireydi. Bu yüzden bazen hastaneden geç çıkabiliyordu.
— Elimden gelenin en iyisini yapacağım hayatım merak etme.
Daha sonra çabucak kahvaltılarını yapıp hızlıca evden çıktılar. Chang Ho her sabah Yeon Joo'yu işe bırakıp öyle karakola giderdi. Bugün de karısını hastaneye bırakmak için yola çıktılar.
Chang Ho:
— Bugün hastaneye bir on dakika geciksen sorun olur mu Yeon Joo?
— Neden? Bir yere mi uğramamız gerekiyor?
— Evet. Ama sürpriz. Merak etme çok geciktirmem seni.
Arabayı sürerken Yeon Joo heyecanlanmıştı. Chang Hoo sürekli sürpriz yapan biriydi ve ne gibi sürpriz yapacağı hiç tahmin edilmiyordu. Yeon Joo, sessizce sürprizin ne olabileceğini düşünürken;
— ''Ne oldu sessizleştin?'' dedi Chang Ho.
— Yapacağın sürprizi düşünüyorum.
— Çok az kaldı. Pek büyük bir sürpriz değil. Asıl sürpriz akşama olacak.
On dakika sonra Chang Ho arabayı durdurdu. Yeon Joo etrafa baktı ve çok tatlı bir pasta salonu vardı. Park Chang Ho arabadan hızlıca indi ve pastaneye girdi. Beş dakika sonra içeriden çıktı ve elinde bir kutu vardı. Hemen arabaya bindi. Kutuyu Yeon Joo'ya verdi.
— Gününün daha güzel geçmesi için bu senin.
Yeon Joo kutuyu tamamen açmadan arasından baktı. Çok tatlı bir pastaydı ve üzerinde eşiyle kendisinin çikolatadan yapılan figürü vardı. Yeon Joo kızarmıştı. Bunu gören Chang Ho arabayı sürerken Yeon Joo'ya
— ''Altıncı senemiz ama sana ne zaman sürpriz yapsam lisedeki o haline dönüyorsun.'' deyip güldü.
— Ama ne yapabilirim? Beni hala lisedeki gibi şımartıyorsun.
Birbirine bakıp güldüler. Kısa bir süre sonra Chang Ho, Yeon Joo'nun hastanesine yaklaştı ve arabayı durdurdu.
— Akşama çok geç kalma hayatım sana adresi atacağım.
— Tamam geç kalmam. Ama restorana gideceksek eğer çok fazla pahalı restoran olmasın. Zaten çok sürpriz yaptın şu ana kadar.
— ''Orasını ben düşünürüm... Gecikiyorum gitmem lazım hayatım. Seni seviyorum.'' deyip arabayı çalıştırdı.
Bir kaç dakika sonra çalıştığı karakola arabayla girdi ve hemen park etti. Çalıştığı birime hızlı adımlarla girdi. Arkadaşını gördü ve hemen selam verdi.
— Sun Jae nasılsın? Şef geldi mi?
— Şanslısın bugün şef biraz gecikecekmiş. Neden bugün bu kadar geç kaldın?
— Bugün evlilik yıldönümüm o yüzden biraz geciktim. Acaba bugün erken çıkabilir miyim ki?
— Şef normalde hiç geç kalmaz ama bugün bir sorun var gibi. Müdür ile toplantı yapacaklarmış. Daha sonra şef bizimle toplantı yapacak. Önemli bir şey var gibi görünüyor.
Yarım saat sonra şef geldi.
— Hadi toplantıya hazırlanın dedi.
Yüzünde çok ciddi bir ifade vardı. Toplantı masasına oturuldu ve hemen söze başladı.
— Bugün uzun zamandır medyaya duyurulmayan cinayetleri araştıracağız. Bunların hepsi tek bir kişi tarafından yapılıyor.
Herkes birbirine baktı. Medyaya duyurulmayan cinayetler mi? Bunları daha önce biz neden duymadık?
— Hepinizin aklından geçeni tahmin edebiliyorum. Medyaya duyurmamız için hiç bir ipucu yok ve bunu medyaya bildirirsek eğer başımız belaya girer. Şu ana kadar sadece bir şey biliyoruz bu seri katil hakkında dedi ve projeksiyon cihazından bir resim açtı.
— Evet. Sadece tek bir ipucu cesetlerin hepsinde bulunan keskin bir malzemeyle yazılan numara. Bunların hepsi de topuk kısmına kazınmıştı.
Park Chang Ho:
— Peki bu ana kadar kaç cinayet işlendi?
Şef:
— Sayısı tam bilinmiyor. Çünkü her gün sayı artıyor. Ama şu ana kadar bulunan ceset 50'yi aştı.
Herkes şok içinde birbirine bakıyordu.
Sun Jae:
— Peki öldürülen kişilerin bir ortak noktaları var mı?
Şef:
— Şu an onu araştırıyoruz. Bu cinayeti başka bir birim araştırıyordu ama maalesef bir ortak nokta bulamadılar. Bu vakayı bize atadılar ve çözmemiz için çok baskı yapıyorlar. Çok sıkı çalışmalıyız. Gerekirse eve bile gitmeyeceğiz. Hadi işe koyulalım.
Toplantı bitti ve herkes araştırmaya başladı. Chang Ho, Yeon Joo'ya mesaj attı.
— Hayatım bir araştırmamız gereken vaka çıktı. O yüzden bugünki yemeğimizi başka bir güne ertelesek olur mu?...
Yeon Joo'nun telefonu titredi ve Chang Ho'dan mesaj geldiğini gördü ve mesajı okudu.
— Önemli değil başka bir zamana da erteleyebiliriz. Zaten sabah da sürprizini yaptın. Kendini çok yorma ve yemek yemeği unutma.... Seni çok seviyorum...
Chang Ho mesajı okudu ve araştırmaya konuldu. Önce öldürülen kişilerin isimlerinin yazılı olduğu listeyi aldı. Listede bu kişilerin adresleri de yazıyordu. Ölen kişilerin ailelerinin mutlaka kayıp bildirisi yapabileceği aklına geldi. Bilgisayarını açıp sisteme girdi. Birkaç kişinin adını yazdı ama bu ana kadar hiç bildiride bulunulmamıştı. Acaba bulunuldu da gizli belgeye mi alınmıştı? Şefe sormak için odasına gitti. Şefin odasına girdi:
— Şef bir şey sormam lazım.
— Söyle Chang Ho.
— Listedeki kişilerin kayıp bildirisi olup olmadığına baktım ve hiç kayıt yoktu. Acaba gizlendi mi?
— İlk gördüğümde ben de şaşırdım. Maalesef ailelerinden kimse kayıp başvurusunda bulunmamıştı.
Bunu duyunca çok şaşırdım. Odadan çıkıyordum tam o sırada şef:
— Chang Ho oğlum... Bugün kızımla yıldönümünüz değil mi?
Şef, Yeon Joo'nun babasıydı. Bunu duyunca gülerek ''Evet.'' dedi.
— ''Bugün erken çıkmak ister misin?'' dedi şef.
— Hayır.. Yeon Joo'ya haber verdim çalışmaya devam edeceğim.
— Tamam. Ben sana söyledim. Bu senin kararın oğlum.
Masama döndüm bir kaç saat araştırma yapmıştım. O kadar dalmıştım ki saate baktığımda akşam on olmuştu. Biraz yemek yemek için kalktığımda birden gözlerim karardı....
Sabah olmuştu. Başımda bir ses:
— Chang Ho.... Chang Hoo.... İçtin mi
Neden kalkmıyorsun...
Kalktığımda başım dönüyordu. Bayılmış mıydım? Hiç bir şey hatırlamıyordum. Ne olmuştu?
Sun Jae:
— Başını mı çarptın. Neden kanamış?
Dün ne olmuştu?? Neden hatırlamıyordum??
Sun Jae devam etti:
— Neyin var?! Hastaneye gitmek ister misin? Cevap verecek misin? Korkmaya başlıyorum Chang Ho!!!
Bölüm stajeri olan Oh Hyun-Ho ikisinin yanına geldi.
— Ne oldu bir sorun mu var??
Sun Jae:
— Ohh!! İyi ki geldin. Çabucak git kahve al ve ilk yardım çantasını getir. Şef bizi böyle görmesin.
Stajer hemen istediklerini getirmeye koştu. Bir kaç dakika sonra istediklerini getirip masaya bıraktı.
Sun Jae:
— Hadi şu kahveyi iç kendine gel. Bende başına pansuman yapayım.
Kahveyi içerken düşünüyordum. Ben içmemiştim ki. Ne olduğunu hiç hatırlamıyordum. Sanki hepsi beynimden silinmişti. Bayılsaydım eğer biri beni bulurdu. Bana ne olmuştu???
Şef içeri hızlı adımlarla girdi. Yüzünde endişe vardı.
— Bir vaka daha var. Toplanın çabuk!
Herkes toplandı. Şef masaya bir resim koydu. Ölen kişinin topuğunda 51 yazıyordu.
— Bunu durdurmamız lazım.... Yoksa her geçen gün bunun üstüne eklenecek. Hiç bir ipucu buldunuz mu?
Chang Ho:
— Şu ana kadar herhangi bir ilerleme kaydedilmiş değil. Bugün toplantıdan sonra saha çalışmasına çıkacağız.
Bunun üzerine şef bir süre konuştu. Toplantıdan sonra Chang Ho'nun yanına gelip:
— Neden telefonuna bakmadın?? Yeon Joo seni çok merak etmiş. Hemen onu ara...
Hemen telefonuma baktım. 60 kere gelen cevapsız arama ve bir sürü mesaj vardı. Hemen Yeon Joo'yu aradım.
— Yeon Joo...
— Chang Hoo!!!! Neden aramalarıma cevap vermedin? Seni çok merak ettim. Ne yapıyordun??
— Özür dilerim Yeon Joo işime çok odaklanmışım. Bir daha olmaz.
Yeon Joo'ya ilk kez yalan söylemek zorunda kalmıştım. Ne olduğunu bilmiyordum. Ona ne söyleyebilirdim. Önce ne olduğunu anlamam lazım. Bir süre konuşup kapattım. İşime döndüm. Ama işime odaklanamıyordum. Ne olmuştu. Yanıma Sun Jae geldi:
— Hadi araştırmaya gitmemiz lazım. Şef birlikte gitmemizi istedi. Ölen kişilerin aileleri ile ilgili bir ipucu bulmamız lazım.
Hazırlanıp yola koyulduk. Arabadayken listeye göz attım. İlk sırada Yang Min- Nam diye biri vardı. Bu kişinin kayıtlı adresine gidiyorduk. Ama benim aklım hala dün gecedeydi.
Sun Jae:
— O kadar kahve içtin hala uyanamadın mı? Sende bir sorun var ne oldu?
— ''Bir şey yok.'' diye geçiştirdim.
İlk adrese vardık. Arabadan indik ve kapıyı çaldık. Ama kimse yoktu. On dakika kapıyı çaldık ama içeride kimse yok gibi duruyordu. O sırada karşıdaki emlak karşıdan bize bağırdı.
— Kimi arıyorsunuz?
— Merhaba. Biz polisiz. Yang Min Nam ve ailesini arıyoruz.
— ''O kim?? Ben burada yeniyim ama ilerde bir terzi var. Bu mahallede çok uzun zamandır var. Kesin o bilir'' dedi.
Terzinin kapısına geldik ama kapısı kitliydi. Üzerindeki bir kağıtta ''Bir süre kapalıyız.'' yazıyordu ve altında numara vardı. Bu numarayı aradık. Bir kadın telefonu açtı.
— Merhaba. Önce kendimi tanıtayım. Ben Park Chang Ho polisim. Terzinize bir konu konuşmak içi geldim ama kapalıydı. Acaba sizinle konuşma şansım var mı?
— Merhaba ben aradığınız terzinin kızıyım. Babam şu an hastanede yatıyor. Çok önemli bir konu ise size kaldığı hastanenin adresini vereyim olur mu?
— Çok memnun olurum. Teşekkür ederim.
Söylediği adresi defterime yazıyordum ki burası Yeon Joo'nun çalıştığı adresti. Hemen yola koyulduk. Hastaneye vardık. Hasta dahiliye servisinde yatıyordu. Burası Yeon Joo'nun çalıştığı bölümdü.
Sun Jae:
— İstersen içeri sen gir. İki kişi girmeyelim.
— Tamam.
Terzinin yattığı bölüme gittim. Yeon Joo beni görünce şaşırdı.
— Burada ne işin var?
— Burada görüşmem gereken biri var. Geleceğimi kızı söylemiş olmalı.
— Kim?
— Terzi Yoon Pil Bae.
— Tamam odasını göstereyim sana. Bu arada başına ne oldu? Neden pansuman var?
— Daha sonra konuşalım olur mu?
Odaya girdik.
— Merhaba efendim. Ben polis Park Chang Ho. Telefonda kızınızla konuştum sizinle konuşmam gereken bir konu var.
— Evet nedir konuşmanız gereken konu?
Terzi çok yaşlıydı. Bu yüzden çok zor konuşuyordu.
— Yang Min Nam ve ailesini tanıyor musunuz? Sizin vereceğiniz bilgi bizim için çok önemli.
— Evet tanıyorum tabiki. Bizim mahallede oturuyorlardı. Uzun zamandır o mahallede olduğum için neredeyse herkesi tanırım.
— Bize biraz bilgi verir misiniz?
— İşsiz biriydi. Her saat, her dakika karısıyla kavya ederdi. Sürekli çocuklarını ve eşini döverdi. Kumar, içki hepsi vardı onda. Son aylarda bir tuhaflık vardı. Sürekli biri onu izliyormuş gibi etrafına dikkatli dikkatli bakarak eve girerdi. Komşuları onu görmüş. Bizim terziye gelince konuşuyorlardı. Bir kaç gün sonra kayboldu. Herkes evi terketti dedi. Kumar borcundan kaçmış olmalı. Ama sabahın köründe karısı ve çocukları da apar topar evlerini terkettiler. Sanırsam kocasının borcundan dolayı tefecilerden kaçtılar.
— Anladım. Bu benim numaram eğer başka bir şey hatırlar ya da duyarsanız beni ararsanız çok memnun olurum.
Yeon Joo ile vedalaştıktan sonra Sun Jae'nin yanına gittim. Yolda ona anlatılanı anlattım.
— Tefecilere borcu olduğunu anladım. Ama bu iş tefecilerin yapabileceği bir iş olduğunu sanmıyorum. Bu işte başka bir şey var. Bu kadar kişi tefecilerden ya da kumardan dolayı ölmüş olamaz.
Diğer adrese gitmek için yola koyulduk. Mo Soo Ji isimli biriydi. Adrese vardık ama burası görevliler tarafından yıkılmak için kapatılış bir binaydı.
Sun Jae:
— Etrafa dağılıp tanıyan kişi var mı bakalım.
Bir markete girdim ve elimdeki resmi gösterdim.
— Merhaba ben polisim. Bu resimdeki kadını tanıyor musunuz?
— Bir düşüneyim... Evet bu o kadın.. Karşıdaki bina iki senedir bu şekilde. Bu kadın da bu binada kalıyordu. Kimsesi yoktu. Bazen bu dükkana gelir bir şeyler alırdı. Ne olduysa bir kaç aydır yoktu. Ne oldu bir şey mi oldu?
Vaka gizli olduğu için açıklama yapmadım. Teşekkür edip çıktım.
Sun Jae'ye de hemen hemen aynı şeyleri söylemişlerdi. Bu ölen kişiler ya kimsesiz ya da başları belada olan kişilerdi. Listedeki diğer isimlerdeki adreslere de gittik ve araştırdık. Araştırmamız bittikten sonra karakola döndük. Şef:
— İsterseniz eve gidip dinlenin bugün çok çalıştınız.
Bunu duyan herkes eve gitmek için hazırlandılar. Eve vardığımda Yeon Joo çoktan eve gelmişti. Kapıyı anahtarımla açtım.
— Yeon Joo ben geldim hayatım.
Yeon Joo'dan ses yoktu. Oturma odasına baktım yoktu. Yatak odasının kapısını tıklattım.
— Yeon Joo hayatım burada mısın?
— İçerdeyim hayatım gelsene...
İçeri girdim. Yeon Joo'nun üzerinde çok güzel beyaz bir elbise vardı. Ona beyaz çok yakışıyordu.
— 'Kuğu gibi çok güzelsin...' diye mırıldandım.
Bunu duyan Yeon Joo'nun yüzünde tebessüm oluştu.
— Bir yere mi gidiceğiz hayatım?
— Evet.
— O zaman bekle ben de üzerime çok güzel sana uyan bir takım elbise giyeyim...
— Giymene gerek yok. O kadar uzağa gitmeyeceğiz. Sadece oturma odasına gideceğiz.
Chang Ho, Yeon Joo onun koluna girmesi için kolunu uzattı. Yeon Joo, Chang Ho'nun kolunda salona kadar geldiler. Chang Ho masayı görünce çok şaşırdı.
— Hangi ara bu kadar hazırlık yaptın??
— ''Sen karını hiç tanımamışsın.'' dedi ve ekledi. ''Babama sordum tabii ki. Bugün seni eve yollayacağını söyledi. Ben de izin alıp işten çıktım. Eve erken gelip bunları hazırladım.
Chang Ho sandalyeyi çekip, Yeon Joo otursun diye yüzüne baktı. Yeon Joo oturdu ve Chang Ho:
— Bana biraz zaman verebilir misin?
— Nereye?
— Bu davete uygun olmak istiyorum. Çok gecikmem.
Bir kaç dakika sonra Chang Ho çok şık bir şekilde ve o güzel gülümsemesiyle oturma odasına geldi.
— Çok bekletmedim değil mi?
— Çok yakışıklı olmuşsun...
— Ben her zaman yakışıklıyım...
— Evet ama bugün düğünümüzdeki gibi yakışıklı olmuşsun.
Chang Ho yemek masasına oturdu.
— Başına ne olduğunu söylemeyecek misin?
— ''Düştüm ve başımı çarptım.''
Yalan söylemek çok zoruma gidiyordu. Ona yalan atmak istemiyordum. Ama açıklamam da yoktu. Yemeğe başladık. Saati hiç farketmemişiz. Uzunca konuştuk. Saate baktığımda gece 2 olmuştu.
— Yeon Joo saat çok geç oldu. Yatmamız gerekiyor.
— Tamam hadi kalkalım.
— Bir dakika!!!! Sana hediyeni vermeyi unuttum...
Yeon Joo'ya çok güzel bir lotus çiçeği kolyesi almıştım. Ona takmak için ayağa kalktım.
— Sana çok yakışacağına eminim. Nice yıllarımıza.
— Çok teşekkür ederim hayatım.
Masayı topladım ve yatağa geçtim. Yeon Joo'nun uykusu çok ağırdı top patlasa uyanmazdı. İçeriye girdiğimde hemen uyuduğunu gördüm. Ne oluyordu. Yine başım dönüyordu. Gözüm karardı. Konuşamıyordum. Son olarak Yeon Joo'ya dokunmaya çalıştığımı hatırlıyorum.............................................................................
— Hoş geldiniz patron. Biz de sizi bekliyorduk.
— Dediklerimi yaptınız mı?
— Tabii ki patron.
— Yöntemimizi değiştirmemiz lazım bizi çözecekler yoksa.
Bu kişi Chang Ho'ya çok benziyordu. Bu karanlıktı. O sevimli adam gibi değildi. Bu Chang Ho muydu? Bütün bu cinayetleri işleyen kendisi miydi?— Bölüm Sonu —
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İKİ DÜNYA
Mystery / ThrillerSıradan bir polis olan Park Chang Ho'nun karısıyla hayatı çok güzel ilerlerken, tesadüfen bir cinayet davasının sorumluluğunu üstlenip gizli gerçeği daha da derinlemesine araştırmasıyla ortaya çıkan tuhaf olaylar etrafında dönmektedir. Bu gizli ger...