Bölüm: 2

11 2 0
                                    

Chang Ho kendine geldiğinde polis karakolundaydı. 
— ''Buraya nasıl geldim?'' diye mırıldandı. ''En son yatağıma doğru adım atmıştım.''
Etrafıma baktığımda önümde karıştırılmış dosyalar vardı. Bunları ben mi incelemiştim? Ama nasıl olur? Evdeydim.. O kadar da içmemiştim... Telefonuma baktım. Yeon Joo aramıştı. Bir de Yeon Joo mesaj atmıştı. Mesajda:
— Eğer acil bir işin çıktıysa beni uyandırsaydın. Böyle not yazıp haber etmeden nasıl gidersin? İşin bitince beni ara!.. Aramalarıma da cevap ver. Kızıyorum bak!...
Ben bir not bırakmamıştım. Bana ne oluyordu? Hastaneye mi gitmeliydim? Uyurgezer miydim acaba? Ama uyuduğumu hatırlamıyorum. Yatağıma bile uzanmamıştım.. Sesimin çıkmadığını hatırlıyorum sadece.. Saate baktığımda mesai saatinin başlamasına 20 dakika vardı. Hemen Yeon Joo'yu aradım.
— Yeon Joo
— Kaç defa aradım. Bu aralar bunu sık yapmaya başladın. Neler oluyor Chang Ho?
— Biiir şey olduğu yok. Acil işim çıkmıştı. Seni uyandırmaya kıyamadım.
Bunları söylerken kıpkırmızı olmuştum. Yalan söylemeye alışık olmadığımdan cümlemi bile doğru kuramıyordum. Yeon Joo'nun anlamasından endişeliydim.
— Park Chang Ho!!
Kalp atışlarım hızlanmıştı..
— Bana yalan mı söylüyorsun? Normalde kekelemezsin sen. Bir sorun mu var?
— ''Şimdi kapatmam lazım.'' diyerek telefonu hemen kapattım.
Dün gece neredeydim. Bir ipucu olmalıydı. Kamera kayıtlarına erişmem için nedeniyle dilekçe vermem gerekiyordu. Dava ile ilgili olduğunu yazıp dilekçe verebilirdim. Yoksa bana neler olduğunu bulamayacaktım. Dilekçe yazmak için hemen masama oturdum. Dilekçe yazacakken bir an karıştırıldığı için açık olan dosyaya gözüm ilişti. Üzerinde bir not vardı:
— Bunu araştırmaya devam edersen sen zararlı çıkacaksın!!!!
Bu ne anlama geliyor. Bunu kim yazmıştı? Aceleyle bir dilekçe yazdım ve ilgili birime ilettim. Kısa bir süre içerisinde kabul edildiğine dair bir yazı elime ulaştı. Hemen güvenlik kameralarını izlemek için odaya gittim. Masaya oturdum ve şifremi girdim. Dün en son saatin kaç olduğunu hatırlamaya çalıştım. Bir an aklıma dün gece Yeon Joo ile konuştuğumuz an geldi.
Saate bakmıştım ve Yeon Joo'ya
— ''Yeon Joo saat çok geç oldu. Yatmamız gerekiyor.'' dediğimi hatırladım. 
Ama saat tam kaçtı. Bir süre düşündükten sonra aklıma saatin 2 olduğu geldi.
— Masayı toplayana kadar 3 olabilir. O zaman 3'ten sonrasına bakmam lazım.
Hemen bizim binanın dış kamerasının videosunu incelemeye aldım. Bir yarım saat olmuştu. Evden çıkmamıştım. Bir kaç dakika sonra bir siyah minibüs evin önüne park etti. İçinden siyah giysili 5 kişi indi. Daha sonra 2'si bizim binaya girdi. Beş dakika sonra ben indim. Ama ben neden hatırlamıyordum? Bunlar kimdi? Ben bu kişilerle nereye gidiyordum? Sonra hepsi önümde eğilip, biri de  arabamın kapısını açtı. Daha sonra ben de bindim. Aracın plakasını alıp not ettim. Kameralarda takip ettim ama daha sonra izlerini kaybettirdiler. Aracın plakasını arattım ama kayıtlı bir araç değildi. Ben neden bu olanları hatırlamıyordum. 
Kapıyı biri tıklattı. Bu Sun Jae'ydi.
— Nerelerdesin? Ne araştırıyorsun bakalım?
Hemen bilgisayarı kapattım. 
— Neden kapattın yaa? Vakayla mı ilgili?? Bu vakayı birlikte araştırıyoruz unuttun mu?
— Henüz bir şey de bulamadım zaten önemli değil. Önemli bir şey olsa sana söylerdim merak etme.
Hızlı adımlarla odayı terkettim. Bu adamlar kimdi ve neden önümde eğiliyorlardı? Öncelikle bu kişilerin kim olduklarını bulmam lazım? Ben düşüncelere dalmışken içeriye şef girdi:
— Dün yine bir cinayet daha işlendi. Bu kişinin adı Lee Jung Yeol. Resmini projeksiyondan açtı. En son bir komşusuna yolda rastlamış ve demiş ki:
— Yardım edin!! O herkesi öldürecek... Beni cezalandıracak!.. O bir şeytan.. Cezalandıracak beni.. Nolur yardım edin!! 
Komşuları onun sürekli alkol kullandığını ve alkolün etkisinde olduğunu sanıp umursamamışlar. Zaten mahallede çok huzursuzluk çıkaran biri olduğu için olaya karışmak istememişler. Başının tefecilerle belada olduğunu da söylediler. 
— Ölümünden önce bunları söylemesi de tuhaf. Bir bağlantı olmalı kesinlikle.
Aklım hala masamdaki notta kaldı. ''Bunu araştırmaya devam edersen sen zararlı çıkacaksın!!!!
Bunları ben mi yazmıştım?? Bunları kendime mi yazdım yani?? Noluyordu?? Aklım çok karışmıştı. Yok hayır bu notu ben yazmış olamam. Başka kim karakola girip notu masama bırakacak kadar da  cesaretliydi? Bir an kendime :
— ''Bunları şu anlık unutup davamın peşine düşmem lazım.'' dedim.
İçeriye kapıyı vurarak polis memuru girdi.
—Şef'im istediğiniz DNA raporu. 
— Teşekkürler.
Aynı şekilde topuğunda numara vardı. Ama bu sefer diğer vakalardan ayıran başka bir şey vardı. Bir baş harfleri de kazılıydı.  K.G.İ yazıyordu.
Sun Jae:
— Bu katilin baş harfları olabilir mi?
Başka bir polis memuru:
— Bir katil kendi baş harflerini yazacak kadar deli olamaz heralde.
Sun Jae:
— Asıl deli olduğu için bunları yapıyor. Psikopat!!! 
Chang Ho:
— Hadi diyelim ki bu katilin baş harfleri. Baş harfleriyle nasıl bulacağız? Bu baş harflere sahip binlerce kişi var. Bu ipucunu kullanmak çok zor.
Şef:
— Haklısınız ama şu ana kadar başka bir ipucu buldunuz mu?
Herkes sessizleşti. 
— Tek çaremiz bu baş harfleri. En azından bir ilerleme kaydetmiş oluruz.
Chang Ho:
— Şefim, bu baş harfleriyle ilgili kişileri bulup listeledik diyelim. Nasıl sorguya çekeceğiz? Bu kişileri buraya çağırdık diyelim. Onları suçlu durumuna soktuğumuz için  kızıp bir yerde paylaşırlarsa bu olay büyür ve medyaya yansır. Nasıl sessizce halledeceğiz? Bizden bunu istemeleri çok saçma!!
Şef:
— Emir büyük yerden Chang Ho. Yapacak bir şey yok.. Sessizce soruşturmamız lazım. Şimdi herkes işe koyulsun. Öncelikle bu baş harflerine sahip kişileri bulmamız lazım.
Herkes masadan kalktı. Bu ''Samanlıkta iğne aramak'' gibiydi. İşler daha da karmaşıklaşıyordu. Herkes işe koyuldu. Bu isme sahip kişileri sıralamaya başladık. Saat öğle 12'ye gelmişti. Bu 1-2 günde bitecek gibi değildi. Teker teker bu isme uyan kişileri aramak zaman alcaktı.
Sun Jae:
— Hadi Chang Ho!! Bizim de dinlenip yemek yemeye ihtiyacımız var.
— Haklısın. Geliyorum.
Birlikte yemek yemeye çıktık. Yemek yerken Sun Jae:
— Biz nasıl çözüceğiz bu durumu ya? Sanki işin içinden çıkamayacakmışız gibi düşünüyorum. Daha bir adım yol bile atamadık. Şefe göre ilerlemişiz ama ben öyle düşünmüyorum. Diğer birim bile çözememiş biz nasıl çözüceğiz? 
— Hiç bilmiyorum Sun Jae. Çözemezsek ne olacak? 
—  Onu bilmiyorum ama medyanın ufak bir kulağına giderse yandığımızın resmidir.
Bir süre konuşup, yemeğimizi yedikten sonra işimizin başına döndük. Çalışmaya dalmışken Şef yanıma geldi. Farketmemiştim. O kadar dalmışım ki, şef masaya iki kere vurdu.
— Şef??
— Chang Ho seninle bir şey konuşucağım? Odama gel hemen!! 
Birlikte odaya gittik.
—  Efendim şef?
— Şefi bırak şimdi? Dün sen burada nöbetçi değildin? Sordum seni kimse de çağırmamış. Yeon Joo'ya not bırakıp işim var diyerek evden çıkmışsın. Bana telefonda söylendi. ''Neden geç saatte sürekli eşimi çağırıyorsun!!!'' diye. Neredeydin dün?
Cevap verememiştim. Yüzümün kızardığını görünce Oh Sung Shik (Şef):
— Oğlum seni kendi oğlum olarak görüyorum biliyorsun. Yeon Joo seni benimle tanıştırdığında liseye gidiyordun. Ufacıktın. O zaman ailenin olmadığını öğrendiğimde seni oğlum olarak benimsedim o günden beri. Eğer bir sorun varsa ve Yeon Joo ile konuşamıyorsan benimle konuşabilirsin. Ne oluyor anlat bakalım. Burda anlatamıyorsan eğer baba oğul olarak birlikte akşam yemek yiyip konuşalım istersen?
— Akşam konuşalım mı baba?
— Olur. Zaten ben de stres atmam lazım. Akşam bir şeyler de içeriz.
Daha sonra odadan çıktım. Bu olanları anlatırsam ve altından kötü bir şey çıkarsa ne yapacaktım? Ne diyecektim ki? Masama döndüm ve çalışmaya devam ettim. Başım ağrımaya başladı ve bir anda dosyanın üzerine kan damladı. Stresten burnum kanıyordu. Hemen bir mendil alıp burnuma tampon yaptım. Daha sonra  masamda bulduğum ve cebime koyduğum notu çıkardım. Nota dalmışken ne olabileceğini düşünüyordum. Bir kaç saat sonra çıkış saatini  geçmişti. Yeon Joo'nun beni aramasıyla gerçekliğe döndüm. Hemen açtım.
— Hayatım babam haber vermese hiç beni aramayacaksın! Çok fazla içme! Size bol bol eğlenceler. Beni merak etme hastanede işim biraz fazla geç çıkabilirim.
—  Tamam hayatım. Eve varınca beni ara merak ettirme. 
—  Tamam canım.
Telefonu kapattığımda Şef yanımdaydı.
— Hadi geç oldu. Çıkalım.
Dışarı çıktık hava kararmıştı. Yemek yemek ve içmek için çadır restorantına girdik. Burası babamla sık uğradığımız bir yerdi.
— Otur oğlum. Bakar mısınız hanımefendi!! Bize soju getirir misiniz? Yanına da yiyecek bir şeyler ekleyin lütfen.
— Tabii efendim hemen getiriyorum.
Birkaç dakika sonra hemen sipariş geldi. Şef sojuyu açtı ve bardağıma koyacakken ben:
— Baba ben doldurayım. Siz benim büyüğümsünüz.
— ''Olsun sen de benim oğlumsun.'' diyerek doldurmaya devam etti. 
Ardından kendi bardağına doldurup, hemen içti. 
— Ne zamandır gelmemiştik. Ne iyi oldu. Eee anlat bakalım. Torun yok mu hala?
— Bilmem. Yeon Joo biraz daha beklememizi istiyor.
— Nedenmiş? Çoktan 6. yılınıza girdiniz? Ahh şimdiki nesil!!! Hiç söz dinlemiyorsunuz hiç!! Torunumun olması için ölmem mi gerekiyor? Ne kadar erken olsa o kadar torunumla vakit geçiririm değil mi?
— Baba bu tek başına verebileceğim bir şey değil.
— Eee!! Dün den evden neden çıktın?
Tam cevap verecekken uzaktaki bir adama gözüm ilişti. Sanki bizim masayı gözetliyordu.
Şef:
— Noldu? Nereye bakıyorsun?
— Bir şey olmadı.Ben dün gece araştırmaya çıktım. Ölen kişilerinin mahallelerini dolaştım. Aklım çok karışıktı. Evde duramadım. O yüzden Yeon Joo'ya işim çıktı dedim.
—  İçki hemen çarptı mı seni oğlum? Kıpkırmızı oldun. Tabii çok alışık değilsin. Yine bir şişe sojuyu bana içirtirsin sen...
Bir kaç saat sonra Şef iyice sarhoş olmuştu.  Ödeme yapmak için ayağa kalktım ve ödemeyi yaptım. Ödemeyi yaptıktan sonra yakın yerdeki bir lavaboya gittim. Ellerimi ve yüzümü yıkadım. Birden yine gözlerim karardı. Etraftaki sesler boğuklaştı. Gerisini hatırlamıyorum.

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Sep 19, 2022 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

İKİ DÜNYAHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin