"The lights are on, but there's no one here
Puffing with the dragons
I'm livin' for the thrill,"Karanlık.
Ruhumun karanlığı yer yüzüne de yansımış gibiydi. Mutluluk, huzur, sevinç, üzüntü, kırgınlık, korkmak, ölmek, sevmek... tanımadığım daha önce bilmediğim kavramlardan ileriye gitmeyen küçük detaylar.
Karanlık ise benim ruhumdu. Aşık olduğum tek şeydi. Severdim ben, hayat ve yaşamak hariç her şeyi severdim. Ne huzurdan nefret ederdim ne de üzüntüden. Çok sevdiğim kitaplarda vardı. En sevdiğim bir hayvanda.
Gözlerim bana ayrılan odada ayna da yansıyan kendi görüntümdeydi. Korkunç gözüküyordum, farklı ve saldırgan. Gözlerim av isteği, kan isteği, üzerine kırmızıya çalan bir renkle kendime bakarken bundan nefret ettim.
Belki de sevmediğim tek şey kendimdin. Her şeyi seven ben kendimi bir türlü sevemiyordum. Bazen bir nefret bürüyordu içimi. Ama yine en çok da kendime önem verirdim. Başka kimsem yoktu çünkü. Uğruna ölüp, dirilecek bir başkası yoktu.
İnsanlar bizim bir amaç için mezarlarımızdan dirildiğimizi düşünürdü. Bu teorileri tam bir saçmalıktı. Bunun olası durumu dahi benim içimi ürpertiyordu. O kadar da korkunç varlıklar değildik. Ölüm bizim için yoktu. Yanmadığımız sürece... Şimdi ise ben kana susamış biri olarak ölümlülerden daha beterdim. İnsan kanı, hayvan kanı içmek falan istemiyordum ama rengi dönen gözlerim ihtiyacım olduğunu fısıldıyordu beynimin içine.
Dün baloda Taehyung'un sesini beynimin içinde duyduktan sonra bu başımın ağrısı bir türlü geçmek bilmemişti. Acıyı çok yüksek bir şekilde hissetmediğim halde bu ağrı dayanılmazdı. Bir ara Bayan Kim'in yanına bile gitmeyi düşünmüştüm. Kan ihtiyacım ise tam da o anda sonra olmuştu zaten.
O kalın ve boğuk sesini duyduktan sonra orada kalmaya devam etmiştim. O dedi diye oradan ayrılacak halim yoktu. Sonrasında ise zaten Sehun yanımdan ayrılarak bahçeye çıkmıştı ve hemen ardından da Taehyung bahçeden çıkarak gözden kaybolmuştu. Geri kalanını dahi hiç düşünmemiş misafirler gittikten sonra odama giderek uyumaya çalışmıştım.
Kapımın çalması ile gözlerimi ayna üzerinden kapıya çevirerek gelen adama baktım. Dün gelen adamdı.
"Merhaba efendim."
"Merhaba."
"Efendi Taehyung, başınız çok ağrıyorsa onun odasına gitmeniz gerektiğini söyledi. Şifa için size bir şeyler verecekmiş." gözlerimi yumarak sakin olmaya çalıştım. Hem deli gibi beynimin içinde sesini yankılatıyordu ve başımın deli gibi ağrımasına sebep oluyordu hemde gelmiş şifa için bir şey vereceğini söylüyordu.
Bu adam delirmiş derken gerçekten ciddiydim."Kendisi neden gelmiyormuş?" hizmetliye yönelttiğim soruyla önümü dönerek yüzüne baktım. Dejavu yaşıyordum. Gerçekten daha dün yaşadığım olayın tekrarı gibiydi şuan olan şeyler.
"Efendim, Efendi Taehyung odasından dışarıya çıkmaz." kaşlarım şaşkınlıkla yukarı doğru kıvrılırken güldüm. Hizmetli bunu söylemisinin yanlış olduğunu anlamış olmalı ki hızla başını yere eğerek dudaklarını kemirmeye başladı.
Demek Taehyung yabaninin tekiydi ha? Ya da başka bir sebebi mi vardı yoksa? Taehyung gerçekten de sırların adamıydı.
Elimle dışarı çıkmasını işaret ettiğimde önümde eğilerek hızla beni odada yalnız bırakmıştı. Aynadan kendime bakarak saçımı hafifçe geriye attım. Yüksek bel siyah, kumaş bir pantolon. Beyaz yarım kol bir gömlek ve siyah bir yelek vardı. Yeleğin önleri açıktı. Göz bebeklerimin olduğu yer hafifçe kırmızıya çalsada sorun etmeden odadan çıktım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
jewel |taekook
FanfictionTheon Taehyung'un mücevheri, Jewel Jungkook. Darling, I'm fallin' Fucked up over you Bite me, bruise me Leave me like you do Darling, I'm callin' Lay me in my tomb