Yerimden kalktığım anda kalp atışlarımın hızlanmış olduğunu hissettim. Korkuyordum, kafamı çevirmeye bile korkuyordum. Korkuyla birlikte gözlerim sulanmıştı. İçten içe kendimi cesaretlendirmeye çalışıyordum. Kafamı titreterek arkaya çevirdim. Hiçbir şey olmadığından emin olduktan sonra bedenimi tamamen döndürdüm. İsteksiz birkaç adımla ilerlemeye çalıştım. O birkaç adımdan sonra bedenim hafifledi ve kendi kendine hareket etmeye başladı.
Merdivenleri aşarak yukarı kattaki koridora ulaştım. Ses buralardan gelmiş olmalıydı. Emindim. Sesin kaynağını bulabilmek için daha fazla ilerlememe gerek kalmamıştı.
Oydu.
Yılların vazosu. Babamın Avrupa seyahati sırasında görüp, bize getirebilmek için binbir zahmete katlandığı vazo. Her bir anıyı gördükçe artan hüznüm, bu vazonun kırılması ile daha da derinleşmişti. Gözlerim dolmuştu ve ağlamamak için kendimi zor tutuyordum. Ama bu nasıl kırılmıştı? Henüz bunun cevabını bulamamıştım. Buna neden olabilecek herhangi bir detay bulabilmek için etrafa dikkatlice bakındım.
Olağandışı bir durum görememiştim. Yine de bakınmaya devam ettim. Düşündüğümden daha mantıklı bir açıklama bulmayı umuyordum.
Görünürde bir şey yoktu. Korkunun tabiri, beynimden yavaşça akıp gidiyordu. Bu gece yaşadığım onca saçmalığa inandırıcı olmasa da bir açıklama bulmuştum ama bu olayın mantıklı bir açıklaması olamazdı. "Yoksa, annem haklı mıydı?" aklıma gelen tek açıklama buydu. Korkudan dolayı titrek çıkan sesimle kendi kendime konuşmuştum, en azından ben öyle sanıyordum.
Yere eğilerek kırık parçalardan birini elime aldım. Zihnimi meşgul edebilmek için dikkatlice incelemeye başladım. 2-3 tane kalın çizgi, aralarda da 5-6 tane ince çizgi vardı. Herhangi bir özelliği yoktu. Babam da sadece güzel göründüğü için almıştı zaten. Sonunda amacıma ulaşıp düşüncelere dalmışken, yeniden hayata dönmem gerektiğini fark ettim. Bir şeyler yapmam gerekiyordu. Kıpırdamam gerekiyordu.
Elimi kıpırdatmak için yavaşça havaya uzattım. Ardından, hiç vakit kaybetmeden elimi sol cebimdeki telefonuma uzattım. Yalnızlığımdan ötürü daha da büyüyen korkumu birini arayarak geçiştirmek istiyordum. O an kendimi açıklayabileceğim tek kişi olarak aklıma o geldi.
Abim Yoongi.
Telefonun ekran kilidini sabırsızca açıp onu aradım. Birkaç kez çaldıktan sonra açıldı.
"Alo." dedim tereddütlü bir ses tonuyla.
"Alo?" karşıdan gelen uykulu sesle biraz daha rahatlamıştım.
"Abi, benim Jungkook."
"Biliyorum sen olduğunu Jungkook. Numaran kayıtlı. Ne oldu da aradın gecenin bu saatinde?"
"Uhm, abi ben seninle biraz konuşmak istiyorum da o yüzden aradım."
"Konuşmak mı istiyorsun?" ilgisini çekmişe benziyordu.
"..."
"Anlat bakalım."
"Pekala." derin bir nefes aldıktan sonra konuşmaya devam ettim "Abi, nasıl anlatılır bilemiyorum ama sanırım evde tuhaf şeyler oluyor."
"Nasıl yani?" meraklı ve aynı zamanda sinirli çıkan bir sesle konuşmuştu. "Jungkook, neler olduğunu doğru düzgün anlatır mısın artık?"
...
Abime olan biten her şeyi bir çırpıda anlattıktan sonra, vakit kaybetmeden yanıma geldi. Abimle birlikte, salondaki koltukta korkmuş vaziyette otururken "Jungkook, bence daha fazla bu evde durmamalısın. Başına bir iş gelecek, beni dinle ve daha fazla inat etmeden bizim evimize gel." dedi.
Karasızdım. Evet, korkuyordum ve yalnız kalmak istemiyordum ama gitmek de istemiyordum. Annemle herhangi bir sorunum yok ama bu evde artık yerleşmiş olan bir düzenim var. Bir hayatım var. Hayatımı da pat diye değiştiremezdim. Değiştirmek istemezdim.
"Üzgünüm abi, olmaz."
Abim hem sinirli hem de endişeli görünüyordu. "Peki, madem gelmiyorsun bari bana şu kırık vazoyu göster."
Cevap vermeye gerek duymadan yerimden kalktım ve abimin de kalkması için bekledim.Ben önden giderek abimi vazonun olduğu yere götürüyordum. Stresliydim. Merdivenleri de aşıp uzun koridora ulaştık. Korksam da başım öne eğik bir şekilde ilerlemeye devam ettim ve vazonun kırıldığı yere vardım. Ben vazoya bakmaya bile korkuyordum, sadece elimle vazoyu işaret ettim ve abimin tepki vermesini bekledim. Abimin "Şaka mı yapıyorsun?" dercesine bana bakmasıyla hemen kafamı vazonun olduğu yere çevirdim.
Neler oluyordu böyle? Dakikalar önce elimde kırık parçalarına baktığım vazo şu an komodinin üzerinde sapasağlam duruyordu. Sanki hiç yere düşüp kırılmamış gibi, üzerinde bir çizik dahi olmadan karşımda duruyordu. Parçalara ayrılmış o vazo. Nasıl olabilir? Aklım almıyordu. Abimin bana gerçekten inanmayacağı düşüncesi ise kafayı yememe sebep oluyordu.
Abim yanıma geldi ve umutsuz bir ifadeyle "Jungkook, eşek şakaları komik değildir." dedi. Sonuna kadar açılmış gözlerimle ona baktım, gözlerim kurumuştu ve ağlayamıyordum. Mutsuzluğumu ve korkumu nasıl ifade edebileceğimi kestiremiyordum.
"Ama abi gerçekten, kırıktı..."
Abim sesimin tonundan etkilenmiş olacak ki bunun gerçekliğine biraz da olsa inandı. "Sanırım psikoloğa gitmen gerek, böyle şeyler görmen normal değil.". Abimin yaşadığım şeylere inanmaması yetmiyormuş gibi bir de şizofren yerine konulmuştum. Bu gerçekten canımı sıkmıştı.
...
Kapıdan abimi yollarken bana el sallamasıyla kendimi daha kötü hissettim. Yalnız kalacaktım. Bir başıma bu korkuyla yüzleşecektim. Belki de bir ev arkadaşım olmalıydı?
Kapıyı kapatıp içeri girdiğimde gözüm saate kaydı, neredeyse 4 olacaktı. Hiçbir yere gidemedim. Salondaki koltuğun üzerinde katlanmış olan mavi battaniyeyi alarak içine girdim. Elimi yavaşça kumandaya uzattım. Açtığım ilk programı izlemeye koyuldum, her şeyi unutmak istiyordum.
***
Bölüm burada bitti.
Umarım beğenmişsinizdir.
Okuyan ve destek olan herkese çok teşekkür ederim.
<3
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Invisible || Taekook
FanfictionKulağıma mırıldanmaya benzer ilginç sesler gelmeye başlamıştı. Bu ses bir şekilde rahatlamama sebep olurken, bir yandan da ürkütüp, rengimi iyice solduruyordu. "Come with me, and you'll be in a world of pure imagination." Şarkıya benzer sesten aklım...