Üçümüzün de midesi kazınıyordu. Bu yüzden hızlıca mutfağa girdik ve bir şeyler hazırlamaya başladık. Hazırlarken Hoseok'tan sorular gelmeye başlamıştı.
"Bahsettiğin vazo nerede? Bize gösterecek misin? Üst katta mıydı? Hiçbir şeyi düşürmediğine emin misin?"
Cevaplamak istemiyordum. Ama arkadaşımı kırmak da istemiyordum. Hemen ardından Jimin'den gelen yardım koluyla rahatladım.
"Hoseok, bence Jungkook'u fazla sıkıyorsun. Şu an anlatmak için yeterli enerjiye sahip değil. Anla onu."
Hoseok'un başı biraz öne eğilmişti. Bu onun kabullendiği anlamına geliyordu.
...
Yemeklerimizi hazırladıktan sonra odama gittik ve neredeyse 5 kişinin sığabileceği kadar büyük olan yatağımın içine girdik. Ardından televizyonu açtık. Çizgi filmler favorimdi ve sevdiğimi bildikleri için itiraz etmediler.
Kendi aramızda biraz yaşam felsefesi yapıp erken saatte uyuduk. Çünkü benim uykuya çok ihtiyacım vardı. Onlar da günün yorgunluğuyla uyuyakalmışlardı. Sonuç olarak şu an üçümüz de beraber uyuyorduk.
...
Gözlerimi açtım, hava daha aydınlanmamıştı ama aydınlanmak üzereydi. Niye uyandığımı bende bilmiyordum. Gözüm saate iliştiğinde saatin sabaha karşı beş olduğunu gördüm. Uyuyalı çok olmamıştı üstelik ben dün de uyumamıştım. Yani benim bu saatte uyanmam biraz garipti.
Düşüncelerle dolup taşan beynimi boşaltmaya çalışarak sol tarafıma döndüm ve döndüğümde de Jimin'in yatakta olmadığını fark ettim. Neredeydi ki? Su içmeye kalkmış olabilir miydi? Bilmiyorum ama korkmuştum.
Yatakta doğruldum. Jimin'i arayacaktım. Yani evde. Ayağa kalkıp yürümeye başladım.
Evde loş bir ışık vardı, bu her ne kadar önümü görmeme yardımcı olsa da ürpertici bir ortam yaratıyordu. Odanın kapısını açıp koridora çıktım, kapıyı geri kapatmamıştım çünkü olası bir tehdit durumunda tekrar oraya kaçmayı planlıyordum. Açıkçası öyle bir durumda odam pek de güvenli olmazdı ama, neyse.
Kafamı yan tarafa döndürmemle yine o vazoyla karşılaştım. Acaba o vazoyu yaksam ya da kırsam evdeki o varlıkımsı şeyden kurtulabilir miydim? Bunu daha sonra düşüneceğim.
İlerlemeye devam ettim. Her adımımda içimdeki korku ve endişe daha da büyüyordu. Merdivenlerin yanına geldiğimde adım atıp bir basamak aşağıya indim ama ayaklarım daha fazlasını inemiyordu.
Sanki ben gitmeye çalıştıkça ilahi bir güç beni engelliyor ve geri itiyordu. Ben ilerlemek için büyük bir çaba gösterirken arkamdan bir ses bana seslendi.
"Jungkook, ne yapıyorsun burada?"
Hoseok'un sesiydi bu. İlk başta korkmuştum ama o olduğunu idrak ettikten sonra rahatlamıştım.
"Hoseok, sen neden uyandın?"
Sözlerimin ardından sessiz adımlarla yanına gittim.
"Yataktan kalktığını hissettim, bu yüzden uyandım. Peki sen neden buradasın ve Jimin nerede?"
Yataktan yeni kalktığı için saçları dağılmıştı ve bu sözleri söylerken kaşları çatılmıştı. Doğrusunu söylemek gerekirse o sinirliyken gerçekten de çok çekiciydi. Her neyse.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Invisible || Taekook
FanfictionKulağıma mırıldanmaya benzer ilginç sesler gelmeye başlamıştı. Bu ses bir şekilde rahatlamama sebep olurken, bir yandan da ürkütüp, rengimi iyice solduruyordu. "Come with me, and you'll be in a world of pure imagination." Şarkıya benzer sesten aklım...