Eve vardığımda Aze uyuyordu. Derin bir oh çekmiştim çünkü Aze annemin geçen defa hastaneye kaldırıldığında da evde yanlızdı ve eve girdiğimde onu camdan sarkmış bir şekilde yakalamıştım. Tam zamanında yetişmiştim yoksa burnunun üstüne çakılacakmış. Şaşkın bir ifadeyle onu uyurken izlediğimde, yüzündeki o masumluk ister istemez tebessüm etmeme neden olmuştu. Aze'yi öpüp üstünü iyice örttükten sonra odasının kapısını kapatıp kendi odama geçtim. Fazla gerilmiştim ve test çözerek rahatlayacağımı düşündüm. Okuldan nefret eden diğer çocuklara kıyasla, ben ders çalışmayı seviyordum. Çalışmak beni gerçekten kötü düşüncelerden arındırıyor ve rahatlatıyordu. Okuyacak ve annemle Aze'ye bakacak, onlara rahat bir yaşam sağlayacaktım. Okuldan nefret etmemin nedeniyse, Aze'ye bakamıyor olmamdı. Annem sıkça astım krizi geçiriyordu ve Aze evde tek başına kalıyordu. Ayriyetten yatalak olduğundan Aze'yle ilgilenemiyordu, ve bu durum oldukça canımı sıkıyordu. Anneme ne kadar açıktan okumak istediğimi söylesem de kabul etmemişti. Kendi hastalığından çok bizi düşünüyordu. Tek hayalim, annemin iyileşmesi ve tekrar o mutlu günlerimize dönmekti. 'Annem ölürse, ben dayanamam. Babamın yanında yaşayamam. Fatma teyzeye zaten fazlasıyla yük oluyoruz.' diye içimden geçirirken göz yaşlarımı tutamamıştım. Su içmek için ayağı kalktığımda avlunun demir kapısı açılmıştı. Koşar adımlarla bahçeye çıktım. Gelenler annemle onu taşımaya çalışan Fatma teyzeydi. Annemin yanına gidip diğer omzundanda ben tuttum ve Fatma teyzeyle birlikte içeri taşıdık. Fatma teyze annemi yatırmak için odasına götürdüğünde ben mutfağa gidip çorba yapmaya koyuldum. İlaçlarını alması için karnını doyurması gerekiyordu. Fatma teyze bana yardıma geldi ve o çorbayı bense ekmekle suyu alıp onun odasına yöneldik. Öksürükleri odanın dışından bile duyuluyordu. İçeri girdiğimizde onun o halini görünce ağlamamak için kendimi zor tuttum. Morarmış göz altları, zayıflıktan kemikleri belli olan bir kadınla karşılaşmıştım. Annem çökmüştü. Konuşacak hali bile yoktu. Fatma teyze annemin ilaçlarını hazırlarken bende çorbasını içiriyordum. Karnını güzelce doyurdu ve ilaçlarını alıp uyudu. Fatma teyze "Biraz konuşalım mı?" dediğinde başımı evet anlamında salladım ve salona geçtik.
"Bak Azra, bunu sana nasıl söyleyeceğimi bilm-"
"Neyi!?"
"Doktor, hemen tedavi gerektiği ve gecikirsek annenin fazla yaşamayacağını söyledi. Buna hazırlıklı olmalıyız kızım. Tedavi masrafı çok yüksek ve bu fiyat hemen şimdi karşılanacak bir fiyat değil." Ayağı kalktım ve ağlamaklı bir ses tonuyla;
"Fatma teyze sen ne söylüyorsun? Annem olmazsa ben ne yaparım, Aze'me kim bakar, ona nasıl güzel bir hayat yaşatırım?"
"Ben burada ne güne duruyorum a benim güzel kuzum? Ben sizin ikinci anneniz sayılırım. Annen yokken siz bana emanetsiniz. Ben bunları sen üzül ağla diye mi söyledim? Hadi şimdi sil o gözyaşlarını." diyerek beni oturtup saçımdan öptü.
"İyiki varsın Fatma teyzem."
"Sende iyiki varsın kuzum." Ona sıkıca sarılıp bir an içinde olsa bulunduğumuz o kötü durumdan ve kötü düşüncelerden arınmaya çalışmıştım. Fatma teyze benim öz teyzem gibiydi. Ona olan sevgimi kelimelere dökemezdim. Zaten beni bu hayata bağlayan üç şey annem Aze ve Fatma teyzemdi. Ancak kafamı kurcalayan sorular vardı ve ben bunların cevabını öğrenmeliydim;
"Fatma teyze daha ne kadar böyle devam edicez ?" kendini benden çekti ve suratındaki şaşkın ifadeyle bana dönüp "Nasıl?" dedi.
"Saklanarak, kaçarak yaşıyoruz, annem hasta ve sizden başka kimsem yok. Bu nereye kadar böyle sürecek?" dedim alçak ve ağlamaklı bir ses tonuyla. Kelimeler boğazıma dizilmişti.
"Böyle düşünme kuzum, o alçak herif bizi asla bulamıycak. Sen şu okulunu hayırlısıyla bitir gidicez buralardan, ve hep beraber yeni bir hayata başlıycaz." Buruk bir suratla başımı onaylamışcasına salladım. Alçak herif dediği kişi babam oluyordu. Gerçekten alçak, yanına hafif kalırdı. Değil onunla yaşamak, aynı ortamda nefes alma düşüncesi bile beni boğuyordu. Biraz uyumalıydım. Fatma teyzeye 'İyi geceler' diyerek odama çekildim. Odamın kapısını kilitledim ve ışığı kapatıp yattım.
Yorganı kafama kadar çekerek içine girdim. Hıçkırıklarımı tutamıyordum artık. Gözümü kapattığımda aklıma annemin o çökmüş hali geliyordu. O, bunları haketmiyordu. O bir melekti, benim meleğimdi. O olmasa ben n'aparım düşüncesiyle ağlaya ağlaya da olsa sonunda uykuya dalabilmiştim.
Kalktığımda saat daha sabahın 5'iydi. Ancak gördüğüm kabuslar beni uyutmuyordu. Kalkıp Aze'nin yatağına doğruldum, onu öperek üstünü örttüm. Sıcak bir banyonun iyi geleceği düşüncesiyle banyoya girdim ve giyinip saçlarımı kurutmaya koyuldum. Göz altlarım balon gibi olmuştu, ağladığımdan olsa gerek. Aze'nin o masum surat ifadesine baktım ve ona bu yaşadıklarımızı hissettirmemem gerektiğini düşündüm. Mutlu olduğumuza inandırmak içinse, mutlu gibi davranmalıydım. Saat 6ydı ve 1 buçuk saatim daha vardı. Güne iyi başlamanım en iyi yolu kahvaltıdır düşüncesiyle mutfağa gittim. Çayı koydum ve buzlukdan sucukları çıkarıp yumuşaması için sobanın yanına bıraktım. Domates ve biberleri kestim. Bol sucuklu güzel bir menemen yapacaktım. Menemeni hazırladığımda saatin 7 olmasına 15 dakika vardı ve hızlıca Aze'nin portakal suyunu sıkıp annemleri uyandırdım. Fatma teyzeyle birlikte annemi kaldırıp mutfağa götürmüştük. Düne göre saha iyiydi ve bu beni mutlu etmişti. Aze'yi banyoya götürüp üstünü giydirdim ve kahvaltı sofrasına geçtik. Fatma teyze "Oo Azra yine döktürmüşsün." dediğinde ona gülümseyip Aze'nin ağzına melemendeki sucuğu tıktım. "Abla yavaş ya boğulcam" yanakları dolu bir sesle bana seslendiğinde hepimiz gülmüştük. Hızlıca giyinip hazırlandım ve okula gitmek için evden çıktım. Güne gerçektende mutlu başlamıştım.
Sınıfa girdiğimde şakalaşan çocuklar ve bazılarının önünde kitap, bazıları dedikodu yapan kızlarla karşılaşmıştım. Bu beni şaşırtmamıştı. Beni şaşırtmayan bir diğer olaysa, Sarp'ın kafasını telefondan kaldırmıyor olmasıydı. Yerime geçip kitaplarımı çıkardım. Dersin başlamasına daha 15 dakika vardı. Ardından kızlar yanıma gelip dünkü sorularının cevaplarını almak istediler. Benimle tanışmaktan çok, kim olduğumu merak ediyor gibilerdi. Ancak elbette ki kendimi üstü kapalı bir şekilde anlatacaktım.
"Annem ve kardeşim ile birlikte yaşıyorum. Zengin değilim. Atasoy Fen Koleji'nde %100 bursu okuyordum ancak paraya ihtiyacımız olduğundan evime en yakın okula gelmek zorunda kaldım." hepsi meraklı ifadeleriyle beni dinliyordu. "Aa bu arada.. Bazılarınız arkamdan havalı olduğumu söylüyor -bu sırada dedikodumu yapan kızlara bakmıştım- ancak ben kendi halimde, derslerinde inek ve kitaplardan başımı kaldırmayan bir kızım. Makyaj yapmayı bile bilmem." dediğimde o ikisinin yüzleri kızarmıştı. Sevecen bir şekilde "Aramıza hoşgeldin!" dediler. İçlerinden en şişman ve iri olanı bana doğru yaklaşıp gür bir sesle "Oğlanlar sataşırsa bana söyle bacım.. Bundan sonra bana emanetsin. Sopayı yer otururlar bugüne bugün Hediye kardeşin var!" dedi ve elini göysüne koyup 'evelallah' hareketi yaptı. Bu hali beni güldürmüştü. Aynı hareketi bende yapıp "Eyvallah Hediye gardaşş." dedim ve gülüştük. Bu sınıfa çabuk ısınmıştım ancak kafamı kurcalayan başka sorunlar vardı ve bunlara odaklanmalıydım..
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İMKANSIZ
Teen FictionYaşam mücadelesi veren Azra, Kalbini satmamaya yeminli Sarp, 'Aşka inanmayan bir kız ve onu kendine aşık eden bir çocuk..' "İmkansız umutlar, imkansız hayaller ve imkansız bir aşk hikayesi.."