Karadeniz kültürüyle büyümüştüm. Ortamına göre şaka yapmayı, -bazen dozu kaçırabiliyordum- esprili konuşmayı, çok çalışıp az dinlenmeyi, erkek üstündür düşüncesini en çok da kadının dile getirdiği bir kültürle yoğrulmuştum.
Odun taşımayı, ineğe ot yapıp eve taşımayı, ineklerin altına serdiğimiz çaça dediğimiz kuru yaprakları güz vakti ağıla taşımayı, avluda odun kesmeyi, çapa yapmayı ve ineğin memesinden sağılan sütten sofraya gelen tereyağı ve peynirin her aşamasının nasıl yapıldığını bilirdim.
Yemek yapmak benim en sevdiğim uğraşların başında gelir. Değişik tatları birbirine karıştırıp ortaya farklı yemek çıkarmak ise en bi sevdiğimdir. Hele o yemeği evdekiler de severse değmeyin keyfime.
Sıradan bir gün, sıradan bir iş düzeni...
Güneşli bir gündü ve bunu günü değerlendirme adına Engin ağabeyimle Sezgin ağabeyim şikâyet etmeden -yağmurda toplama çetrefilli bir iş- çay toplarken makas sesleri bana kadar geliyordu. İlk sürgü, mayıs çayıydı ve her yer, bütün çay bahçelerimiz aynı zamanda geldiği için toplamayı yetiştirmekte zorlanıyorlardı. Onlara yardım etmem kimse tarafından beklenmiyordu. Fazla güç harcamadan benim iki katım iş yapabiliyorlardı. Tabii ki ben yanlarında olmadığım sürece...
Büyük avluda kuzineye sığacak şekilde önceden Engin ağabeyim tarafından büyük bir titizlikle kesilmiş odunları plastik kovaya yerleştirirken bahçeden annemin ıhlamur budadığının sesini duyabiliyordum. Tabiatım gereği biraz dikkatsiz ve aceleci olduğum için annem beni yanına istememişti. Bu iki özellik, beni ayaklı bomba yapıyordu. Bir vukuat yaşamazsam günüm tamamlanamazdı.
Eve girdiğimde pişmekte olan ekmeğin kokusu genzimi doldurdu. Telaşla pilita fırınının kapağını açtım, karanlığın içinde tepsideki ekmeği görmeye çalıştım. Oysa telaşım yine boşunaydı. Koku beni yanıltmış, bir an için ekmeğin yandığını düşünmüştüm. Tabii bu telaşımın bir götürüsü olacaktı, sobanın kulpunu korunaksız tuttuğum için elimi yakmam kaçınılmazdı. Panik uçup giderken yerini acı almıştı. İstemsizce çığlık attım. Öfkeyle fırının kapağını geri kapatıp ateşe yeni odun attım. Ağabeylerim yanan parmağımı gördüklerinde yine alay konusu olacaktım.
Sadece mükemmeliyetçi annem nasihat edecekti. Her zamanki gibi!
Her insanın annesi kendine mükemmeldir mutlaka ama annem takdir edilmeyi fazlasıyla hak eden bir kadın. Böyle düşünen sadece ben değilim. Onu tanıyan herkes aynı düşünüyor. Öğretilerini her ne kadar gırgıra vuruyor olsam da öğretmeye çalıştıkları karşısında her defasında hayret ederim. Tabii ki bunun nedeni annemin -babaannemin deyimiyle- mektep medrese görmesinden.
Annemi burada herkes İzmirli Gelin diye bilir ve çağırır. İzmirli olmasına rağmen, İzmir de yetişmesine rağmen sanki burada doğup büyümüş gibi her işten, her gelenekten anlar. Benden daha fazla buralıdır.
Avluda ayak sesini duyduğumda bulaşıkları bitirmek üzereydim. Beton zeminde adımlarına eşlik edercesine tıkırdayan bastonunun sesinden babaannem olduğunu biliyordum.
Babaannem, Kamil amcam ve ailesiyle yaşıyor. Bunun nedeni de Neşe halam yüzünden babamla çok kötü kavga etmelerinden kaynaklı. Sebep ise halamın, babamın hiç sevmediği Bozoğlu ailesinin oğlu Yunus enişte ile evlenmesi. Babam için; eniştemin bankada müdür olması, tatlı mı tatlı ikiz kızlarının olması bir şey ifade etmiyor.
Saçağın altındaki oturağa kendini bırakırken masmavi gülen gözleriyle "Ne yapayisin, torun?"diye sordu neşeli bir sesle.
"Ne yapayım babaanne, ev işi! Elimi de yaktım."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bana Aşk'la Gel Kitap ÇIKTI!
RomanceGenç bir kızın; annesinin hakkı olduğunu düşündüğü mirası alabilmesi uğruna, sahte bir evlilik yapması ile başlayan bir serüven... Uyumsuz bir çift... Saklanan gerçekler... Karşılıksız bir aşk... Biri; zengin, yakışıklı, ailenin yükünü omuzlamış tek...