Bölüm 3

2.8K 198 9
                                    


Devletin günlük öngördüğü kontenjanı yapmak için annem ağabeylerime yardım etmeye çaya gitmişti. Ev işlerini bitirmek için acele ediyordum. Çünkü çayı sattıktan sonra ağabeylerimle beraber derede balık tutacaktık. Bunun heyecanıyla içim içime sığmıyordu. Akşam benim için hayati mesele olan sorular balık tutmaya gideceğiz dendiğinden itibaren anlamını yitirmişti.

Bugün hava çok güzeldi, sabah biraz bulutlansa da öğleden sonra güneş tamamen kendini göstermişti.

Çayları teleferikle indirdikten sonra Sedat ağabey ve Şenol'la beraber yola düştük. Rahat hareket edebileyim diye üzerime eşofman ile Sezgin ağabeyime ait tişört giyinmiştim. Dar, vücut hatlarımı gösteren giysileri hiç sevmezdim. Böyle mutluydum, gerisi önemli değildi. Saçlarımı arkadan lastikle tutturdum. Siyah şapkayı başıma geçirdiğimde hazır olduğuma karar verdim.

Oltaları hazırlayıp balık tutmak için yemleri -daha önceden topladığım solucanları- alıp dereye gittik. Ağabeylerim bizi bekliyordu. Kuzenlerimin yanında boşboğazlık yapmamak için yol boyunca defalarca kendime hatırlatmıştım.

"Geciktiniz," dedi kızgınlıkla Sezgin ağabeyim.

"Neden dersin?" dedi Şenol alayla.

Öfkeyle Şenol'a döndüm. Buna benim neden olduğum imasına öfkelenmiştim. "Sen kendine bak! Solucanları tutmak istemedi, benim toplamam yeterli gelmedi, taşımamı istedi," dedim kızgınlıkla.

"Anlaşıldı," dedi Engin ağabeyim.

"Ne anlaşıldı? Ne demek istiyorsun?"

"Anlaşıldı demek anlaşıldı demektir. İlla bir maraz çıkaracaksın Miray! Çocuksun daha!"

"Ben çocuk değilim!" derken inatlaşmam bunu kanıtlıyordu. Altta kalmaya dayanamıyordum. Tam ağzımı açıp cevap vermeye yeltenirken dördü birden arkalarını dönüp dereye doğru inmeye başladı.

Sinirle olduğum yerde tepinirken "Beni böyle çiğneyemezsiniz!" diye arkalarından bağırdım. Oysa sert akan derenin sesinden bağırtım eriyip gitmişti. Daha çok kudurmuştum. Hiçbirinin beni kaile almayacağına ikna olunca onların ardından inmeye başladım. Bir yandan da öfkeyle söylenmekten geri kalmıyordum. "Size bunun hesabını soracağım. Bana çocuk diyorsunuz ha! Bu lafı size susuz yutturacağım. Çocukmuş! Aptallar, erkek müsveddeleri! Hepinizi bir araya getirseler bir ben olamazsınız."

Dakikalar boyunca söyleniyor olsam da sakinleşemiyordum. Bu kadar söylenmenin bir karşılığını almam gerekirdi. Ve aldım da. Öfkem dikkatimi dağıtmış, yolu dahi olmayan tümsekten kıçımın üzerine düşmenin önüne geçememiştim. Haliyle bir yere tutunamadan dere kıyısına kadar yuvarlanmam kaçınılmazdı.

Kollarımın acıdığını hissedince, dirseklerime bakınca hafiften kan sızdığını gördüm. Canımın acımasını umursamamaya çalışarak doğrulurken "Bizden önce ineceğini biliyordum," dedi Engin ağabeyim alayla. Diğerleri de durumun komikliği karşısında kahkahalarla gülüyordu.

"Hahaha! Çok mu komik?" dedim öfkeyle.

"Sen her şekilde komiksin, küçük kız kardeşim," dedi Engin ağabeyim.

"Sen kendine bak!" kibirle arkamı dönüp kanayan dirseklerimi suyla yıkadım. Oltalar Sedat ağabeyimdeydi. Benimkini bana vermek için yaklaştı.

Göz kırparken "Dereye düşmemeye çalış, olur mu?" diye uyardı. Oltamı elinden hışımla aldım. Dil çıkarıp arkamı döndüm. Bu hareketim onu daha da eğlendirmişti. Şimdi yüksek sesle gülüyordu.

Bu defa bastığım yere dikkat ederek derenin en sert akan yerine gittim. Poşetin içinden solucanlardan birini alıp kancaya geçirdim. Sonra oltamı salladım. Göz ucuyla ağabeylerime baktığımda her biri bir yerde durmuş hazırlık yapıyorlardı.

Bana Aşk'la Gel Kitap ÇIKTI!Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin