Eve yaklaştığımızda annemi bostanda çapa yaparken bulduk.
Henüz bizi fark etmemişti. "Anne?"diye seslendim.
Annem sesime döndü ve yanımdaki adamı fark ettiği an kaşları merakla çatıldı. Dakikalar içinde hatırlamanın verdiği duyguyla yüzü değişti, aydınlandı. İnanamıyor gibi "Mirsad?" derken sesinin titrediğini duyabiliyordum.
"Evet. Benim teyze."
Annem telaşlı adımlarla yanımıza gelirken gözyaşları yanaklarını yıkıyordu."Oğlum! Hoş geldin. Aman Allah'ım, ne çok değişmişsin... Çok... Çok büyümüşsün. Çok... Yakışıklı olmuşsun." Heyecanından annemin kelimeleri tutarsızlaşmıştı.
"Beni şımartıyorsun, teyzem."
Sabırla birbirlerinden ayrılmalarını bekledim.
Ve bu annemin bana bakışıyla son buldu. "Miray! Bu ne hal? Yine ne oldu?" derken bıkkınlık vardı gözlerinde. Yabancı, ilk defa gördüğümüz bir adamın yanında eleştirmesi ne kadar doğruydu?
"Halimde bir şey yok," diye itiraz ettim. "Ben eve gidiyorum. Yeğenini buraya kadar getirdim, sana teslim." Eve doğru yürüdüm.
Annem arkamdan kızgınlıkla seslendi. "Sakın o ayaklarla eve girmeyi aklından geçirme!" Bu ikaz daha çok utanmama neden oldu. Hiç cevap vermeden eve kadar soluksuz koşturdum.
Avludaki çeşmeye gidip ayaklarımı yıkadım. Eve girerken süzülmesi için kara lastik ayakkabılarımı ters çevirdim. Ben eve girerken annemler avluya gelmişlerdi bile. Annemin sesi güneşi kucaklamış gibi sıcacıktı. En azından dün geceki gibi gergin değildi. Buna sevinmeli miydim bilememiştim.
Odama çıkıp bornozumu aldım. Üzerimdeki ıslak giysileri çıkarırken sinek ısırığı gibi vücuduma iğneler batıyordu.
Duştan çıkarken rahatlamıştım. Aceleyle odama çıkıp annemin giymem konusunda ısrar ettiği likralı siyah kumaş pantolonla asker yeşili tişörtü giyindim, saçlarımı tarayıp kuruttum. Saçımı güzelce toplayıp önüme düşen kâkülleri düzeltmek için aynaya yaklaştım. Görüntüm hoşuma gidince memnuniyetle gülümseyip odadan çıktım.
Basamakları inerken yaptığım şeyi fark ettiğim an adımlarım sekteye uğradı. İlk defa! Kendime, yaptıklarıma inanamıyordum. Hem de kim için; kuzenim için. Biz kardeş sayılırdık. Sedat ağabey ile Şenol bana nasılsa Mirsad denen adam da bana aynıydı. Ona karşı bir şey hissetmem yanlıştı.
Üst üste derin soluklar alıp kendimi buna inandırmaya çalıştım.
Kapıyı açıp salona girecektim ki Mirsad'ın "Bir av gezisi sırasında kaldıkları kulübe yandı," dediğinde durmak zorunda kaldım. Neyden bahsettiklerini anlamak için bir süre olduğum yerde bekledim. "Beraber gittiği arkadaşı... Sen de tanırsın; Cemal Gencer. Cemal dayı, eşi Zehra yengenin rahatsızlandığını öğrenince geri dönmek zorunda kalmış," diye devam etti. Kimden bahsediyordu? "Çok ısrar etmesine rağmen dedem onunla dönmek istememiş. Dedemiz o gece kulübede yalnız kalmış. Ne olmuşsa o gece olmuş. Polisin araştırmasına göre dedemizin üzerine soba devrilmiş. Cenazesi tanınmayacak halde bulundu."
Yanarak mı ölmüştü? Ne acılar çektiğini tahmin etmek hiç zor değildi. Elim ufacık yandığında nasıl sızlamıştı günlerce. İçimde tanımadığım adama karşı acıma hissi doğmuştu.
"Emin misiniz?" diye sordu annem. Sesinde şüphe vardı. "Belki yangından önce çıkmayı başardı, ormanda kaybolmuş olamaz mı?"
Annemin sesindeki umut Mirsad'ın cümlesiyle eridi gitti. "DNA testi yapıldı. Ne yazık ki dedemdi. Tüm deliller onu işaret ediyordu. Aylar sonra annemin isteğiyle dosya yeniden açıldı."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Bana Aşk'la Gel Kitap ÇIKTI!
RomanceGenç bir kızın; annesinin hakkı olduğunu düşündüğü mirası alabilmesi uğruna, sahte bir evlilik yapması ile başlayan bir serüven... Uyumsuz bir çift... Saklanan gerçekler... Karşılıksız bir aşk... Biri; zengin, yakışıklı, ailenin yükünü omuzlamış tek...