Jeongin onu ziyaret ettiğim günün sonrasında tekrar yanına gittim. Tekrar balkona tırmandım. Ve tekrar kapıyı çaldım ama bu sefer kapıyı açan olmadı. Biraz daha kapıyı çaldım belki uyuyordur da duymamıştır diye ama kapıyı açan olmadı. Perdenin küçük aralığından bakarken yerde garip bir sıvı olduğunu fark ettim. Aklıma gelen o senaryonun gerçek olmaması için dua ediyordum. O an gelen korkuyla kapıyı zorlayarak kırdım. Odaya girmemle çıkmam bir oldu. Meleğimi kırmızıya boyanmış bir halde görmek benim için fazlaydı. Gözyaşlarım birer birer dökülürken ve hıçkırıklarım bir çığ gibi büyürken kendimi bir anlığına da olsa onun hala yaşadığına ve sadece uyuduğuna inandırıp içeri tekrar girdim bu sefer onu sertçe salladım ama olmadı. Onu uyandırmadım. Hıçkırıklarım çığlığa dönüşmüşken odaya bir hışınla iki kişi dalmıştı. Biri o adi adam diğeri ise annesiydi. Benim yüzüme aceleyle bakıp oğullarının yanına koşmuşlardı. "Oğullarının" ha. Hiç bir zaman kavga etmekten vakit ayıramadıkları "oğullarının". "Bana bak!" Babası olacak o şerefsize bağırıyordum. "Bana bak! Bütün bunlar senin suçun aptal herif. Bir kere, bir kere bu insanları düşündün mü ha düşündün mü? Senin tek yaptığın içip, sıçıp, masum insanlara saldırmak değil mi? Şimdi sana göstereceğim." Kendimi tutamayıp ona saldırmaya başlamıştım. Özellikle o suratına indirdiğim darbelerle yerinden sıçrıyordu. "Ne oldu? Hoş hissediyor musun? Nasılmış dayak yemek?" Sinirden ne yaptığımı bilmiyordum. Gözlerimden yaşlar dökülse de ağzımda ve yanaklarımda nefret ifadesi vardı. Bunlar yaşanırken annesi de ambulans çağırmaya çalışıyordu fakat bunun için çok geçti. Jeongin çoktan melek olmuştu bile. O minik bedeni artık soğuktu fakat hala yumuşaktı daha katılaşmamıştı. Ben onun yanından ayrıldığım zaman canına kıymış olmalıydı. Belki de yanından ayrılmasaydım. Bu olmayacaktı. Özür dilerim böceğim yetişemedim.
Ambulans ve polisin gelmesini beklerken Jeongin'in yanında oturuyordum. Yüzünde bir tebessümle ölmesi son anlarında mutlu olduğunu düşündürmüştü bana. Son anları... Haketmiyordu Jeongin. Mutsuzluğu üzüntüyü haketmiyordu. O her zaman mutluluğu hakederdi. Benim şuan ağladığımı üzüldüğümü görse muhtemelen o da ağlardı. O ağlamasın diye kendimi susturdum. Başımı onun omzuna koyup bekledim. Beklerken masasının üzerinde bir mektup olduğunu fark ettim. Bu kahverengi kağıttan yapılmış mektuptu. Üzerinde "Hyunjin'e" yazılı bir etiket vardı.
