time skip
╰continuesUzun süre geçmişti, sanırım artık beynim düşünme yetisini kaybediyordu yavaş yavaş. Sanırım değil, ne saçmalıyordum ben, öyleydi apaçık bir şekilde, öyle.
Oturduğum yerde kalmıştım, kalkamıyordum hiçbir şekilde, kalkamıyordum. Her zaman bir güç, ki acının gücü, beni aşağı doğru ittiriyordu çok sert bir kuvvet ile birlikte... ve ben maalesef o güce karşı gelmiyordum.
"Ders matematikti..." diye mırıldandım sorunsuzca, sessizce ve en çok çaresizce.
Bu durumda çaresizlik diz boyuydu!
Gözlerim, elimdeki yaralara kaydı. Uzun uzun baktı yaralara, inceledi. Anlam vermeye çalıştı şekillerine, neden böyleydi şekilleri?
Biri dudak şeklini andırıyorken, diğeri belli belirsiz bir bulut şeklinde idi.
Kanayan, kanamaya devam eden ya da kanamaya başlayacak olan yaralar vardı.
"Ne yapacağım? Şuan elimden ne gelebilir?" gözlerim, görüş alanınıda kaybediyordu yavaşça, gözyaşlarım kaplıyordu o alanı usul usul. "Nasıl birisin Mikasa?"
"Nasıl birisin?"
Ve en çok yaptığım şeylerden biri, Mikasa'ya haykırmak istediğim sözleri kendi kendime mırıldanarak geçiştirmeye çalışmak.
"Basbaya büyük büyük saçmalıktı bu yaptığın, Mikasa."
"Hemde koca bi' saçmalık."
Artık gözlerimi açık tutamıyordum. Zaten bu noktada birçok şeyi kaybetmiştim, değil mi?
Kapanmaya yemin eden gözlerime izin verdim ve acının ilacını rüyalarda aradım.
dream time
╰to confuseGözlerim, koca bir karanlığın içindeydi.
Yukarıdan büyük bağırışlar, inlemeler yükseliyordu. Seslerin nereden geldiğini tam kestiremiyordum maalesef.
"Bu karanlık ne zaman son bulacak?" diye söylenirken gözlerimin üstünden bir damla süzüldü aşağıya doğru, akıp gitti.
Rüyada mı olmuştu bu yoksa gerçekte mi?
Öyle bir durumdaydım ki gerçek ile rüyayı ayırt edemiyordum.
Hangisiydi ki?Ah evet, tabii ki gerçekte!
Çünkü o damla gözyaşı değildi, kandı.
Gözlerim, olabildiğince yorgun bir biçimde aralandı zaten birazdan görüş alanını kaybedecekti.
Kaşımdan akan kırmızılık, çok yoğundu, gözlerimin içine uğramayı da ihmal etmedi.
"Telefonum neredeydi?" söylendim, söylendim ve söylendim. Şuan o kadar acınası görünüyordum ki kendi dediklerime bile kulak asmıyordum. "Doğru ya!"
"En son kantine gitmeden önce Armin'e vermiştim..."
"Sonra kantine gidemedim..."
"Kendimi dövülür iken buldum, en lanet kısmı burası, ah cidden!"
"Sahi Armin..." ve jeton düştü. Beni olsa olsa tek Armin düşünebilirdi... ve şuan nerede, nasıl olduğumu bilmiyordu.
Fazlasıyla merak ettiğine adım kadar emindim.
"Özür dilerim Armin, özür dilerim..." zaten bu tabloda tek eksik olan tek şey gözyaşıydı ve o da oldu sonunda.
"Okulun bitmesine ne kadar kaldı acaba?" güçlükle kurduğum cümleler dudaklarımdan çıkıyordu.
"Eve nasıl gideceğim?"
Ayağa kalkmaya çalıştım bu soru aklıma geldiğinde fakat ayağa kalkmak imkansız gibiydi.
Gözlerime yine hızlı perdeler iniyordu, göz kapaklarım adeta kapanmak için yemin ediyorlardı, Armin'nin beni bulması umudu ile kapandı gözlerim...ki hiç zannetmiyordum.