Adam çekingen adımlarla girdi acile. Gözlerini sedyeler arasında gezdirirken tek birini arıyordu. Bulamadıkça artıyordu kalbinin çarpıntısı. Neyse ki çok geçmeden gördü onu. İyi olmasının verdiği rahatlığın yanında onu böyle görmenin hüznü de çöktü yüreğine. Yanına gitti. Uyuyordu. Elini tutmaya yeltenmişti ki bir ses duyuldu arkadan.
-Yardımcı olabilir miyim?
-Efendim?
-Yardım edebilir miyim diyorum.
Adam affalmamıştı, beklemiyordu bunu.
-Şeyy... Ben... Zeynep, Zeynep için geldim.
-Onu anladım, yoksa niye başında dikilesiniz. Zeynep'le olan ilginizi anlamadım.
-Tabii, ne ilgim var...
Duraksadı bir süre. Sonra kaybettiği bir şeyi bulmuşçasına gizli bir sevinçle konuştu.
-Yurt, yurttan geliyorum ben, durumunu kontrol etmeye geldim.
-E Fatma Hanım ilgileniyordu zaten.
-Ben merkezden geliyorum. Biliyorsunuz o çocuklar bize emanet, gelip kendim bilgi almak istedim o yüzden.
-Çok iyi yapmışsınız, hepsi çok kıymetliler gerçekten. Ben sizi doktorun yanına götüreyim o zaman.
-Çok sevinirim.
Adam son bir bakış attı kıza. Gözlerindeki hüzünle karışık özlem tuhaf geldi Mine'ye. Ama ortada bir şey yokken kuruntu yapmak istemiyordu. Yine de gözünü ayırmayacaktı adamdan.
-Bu taraftan.
Beraber uzaklaştılar.
-----
-Hakan, müsait misin?
-Gel, gel.
İçeri girdiler.
-Bu beyefendi yurttan gelmiş, Zeynep'in durumuyla ilgili detaylı bilgi istiyor.
-Tabii, buyrun oturun.
Hakan en ince detaya kadar anlattı Zeynep'in durumunu.
-İyi olacak yani, değil mi?
-Hiç merak etmeyin Ali Bey, o çok güçlü bir kız.
Adam minettle kafa salladı.
-Aslında hazır siz buradayken size bir şey danışabilir miyiz?
Nerden çıkmıştı şimdi bu? Gerildi fakat belli etmemeye çalıştı.
-Tabii.
-Biz Hakan'la Zeynep'i evlat edinmek istiyoruz. Bununla ilgili nereye başvurmalıyız, ne yapmalıyız; bize biraz anlatabilir misiniz?
Adamın az önceki gülümsemesi kayboldu bir anda. Yüzü ciddi bir ifadeye büründü.
-Emin misiniz bunu istediğinizden?
-Evet; Zeynep çok akıllı, çok güzel bir kız. Ona bir yuva sunmayı çok isteriz.
-Hevesinizi kırmak istemem ama fazla ümitlenmeyin. Bu zor bir süreç, bakılan bir sürü şart var.
-Biz elimizden geleni yapmaya hazırız.
-Siz yine de tekrar düşünün. Ben gidiyorum artık izninizle. İyi günler.
Adam sert hareketlerle giderken Hakan ve Mine arkasından şaşkın bakakaldılar.
-Niye böyle dedi ki şimdi?
-Bilmiyorum ama adamda bir tuhaflık var. Zeynep'in yanında da bir garip davrandı.
-Dur bakalım, çıkar yakında.
Hakan kalktı.
-Nereye?
-Kontrole.
Arkasını döndü, gidecekken:
-Babanı mı?
Nefes verip Mine'ye döndü. Kafa salladı.
-Gelmemi ister misin?
-Yoo, gerek yok.
Yine gitmeye yeltendi ki:
-Hakan...
Kalktı Mine, sımsıkı sarıldı kocasına. Hakan Mine'nin kokusunu içine çekti. Ayrıldıklarında tebessüm ettiler birbirlerine.
-----
Sessizce odaya girdi. Uyuyordu babası. Uyandırmamak için yavaş hareketlerle geçip oturdu yanına. Dosyalara baktı önce biraz. Sonra babasına döndü.
-İyi görünüyor değerlerin. Beklediğimden daha çabuk iyileşiyorsun. Hayat öğretti sana bu kadar güçlü durmayı belki de. Ama bana öğretemedi galiba. Çünkü ben o küçük çocuğu...
Derin bir nefes aldı göz yaşları arasında.
-Ben o çocuğu büyütemedim. Büyüdü dedim sana ama yalandı, kendime sürekli söylediğim bir yalan. Tam oldu, büyüdü artık dediğimde yeniden karşıma çıktı hep. Yaraları hiç kapanmadı.
Derin bir of çekti.
-Biliyor musun, o çocuğun hala sana ihtiyacı var. Çok ihtiyacı var. Yığılıp kaldığında anladım. Ne kadar korktum biliyor musun seni affetmeme izin vermeden gideceksin diye. Baba... Baba ben seni affetmek istiyorum. Lütfen yine gitme, ben hazır olana kadar pes etme, bekle. Affetmem için elinden geleni yap. Beni bir daha bırakma...
Ofladı bir kez daha. Gözyaşlarını sildi, gözlüğünü taktı. Çıktı odadan. O odadan çıkınca gözlerini açtı Şeref. Belli belirsiz fısıldadı.
-Bırakmam, yeter ki sen affet.
--------
Tekrar odasına döndüğünde Mine'yi buldu karşısında. Elindeki fincanı Hakan'a uzatıyordu.
-Çay?
Hakan gülümseyerek kafa salladı. Mine'nin yanında oluşunu çok seviyordu. Ayrı geçirdikleri yıllarda bunu daha iyi anlamıştı.
Ellerinde çaylarıyla bahçeye çıkıp her zamanki banklarına oturdular.
-Nasıl durumu?
-İyi, hatta çok iyi. Çok hızlı iyileşiyor.
-İyileşmesini bekleyen biri olduğu içindir belki.
-Mine, kapatalım mı bu konuyu? Ne güzel bahçeye çıkmışım, karımla çay içiyorum. Lütfen.
-Öyle olsun.
Mine; ameliyattan önce, Şeref'in kalbinin durduğu gece olanlardan sonra Hakan'ın fazla üstüne gitmemeye karar vermişti. Hakan dizlerinde ağlayıp babasıyla yaşadıklarını anlattığında yarasının büyüklüğünü görmüş, işin onun ısrarlarıyla çözülemeyeceğini anlamıştı. Hakan kendisi affedecekti, yavaş yavaş. Mine de yanında duracaktı bu süreçte. O uyuyakalırken söz vermişti kendine bu konuda.
-Bak ne diycem, Leyla ve Ömer lunaparka gideceklermiş.
-İyi, gitsinler. Aman, onlar bari mutlu olsunlar.
Mine afacan bir çocuk edasıyla sordu.
-Biz de gitsek ya.
Hakan'ın suratı asıldı yine.
-Bırak başbaşa gitsinler işte.
-E biz ayrı gideriz.
-Olmaz işte Mine, uzatma.
Hakan bunu söyledikten sonra kalktı. Hızla içeri girdi. Mine istemeden yarasına dokunmuştu belli ki. Hakan'ın arkasından bakarken kendi kendine söyleniyordu aferin Mine diye. Yok, böyle gitmesine izin veremezdi. Hakan'ın arkasından koştu.
-Hakan, Hakan dursana.
Kolundan tutup durdurdu.
-Mine bırakır mısın? İşim gücüm var.
-Allah Allah. Sen durduruyorsun ya. Şimdi söyle bakalım, neden kızdın?
Hakan bir süre etrafta gezdirdi gözlerini, sonra Mine'ye döndü. Onun inatçı bakışlarını görünce kaçamayacağını anladı.
-Çünkü lunaparkları sevmiyorum.
-Neden işte?
-Bi nedeni yok Mine.
-Hakan!
Hakan ofladı.
-Çünkü ben hiç lunaparka gitmedim, oldu mu?
Hakan'ın gözleri buğulanırken hüzünlü bakışlarla baktı ona Mine.
-Hiç mi?
-Yani böyle bayramlarda falan götürürlerdi aslında yurttayken ama ben gitmezdim.
-Baban da mı götürmedi?
-Lunaparklar insanların mutlu olduğu yerlerdir, Mine. Biz mutlu değildik.
Hakan ağlamamak için gözlerini kaçırırken Mine ne yapacağını düşünüyordu. Sonra aniden sarıldı Hakan'a, ona en iyi gelen şeyi yaptı yani. Bunca yorgunluk arasında Hakan'ın huzur bulduğu tek yer Mine'nin kollarıydı.
-Mine, iyi ki varsın.
-Sen de Kemal, sen de