5.Bölüm-Solmuş çiçek. 🥀

29 20 0
                                    

Merhaba. Nasılsınız? Umarım iyi. Değer bölüm nasıldı? Bendiniz mi? Umarım ki hoşunuza gitmiştir o zaman bu bölüme geçelim size iyi okumalar. <3

Oy verme ve yorum yapmayı unutmayın.<3

------------------------------------------------------

"Solmuş çiçek "
" Belki de ruhunun derinliğinde boğulmaktan korktular, o yüzden anlamaya cesaret edemediler"

Bazı tablolar bize düz, sade gelir, sanki bütün renkler bu tabloya uymuş, sanki her şey çok doğruymuş gibi gelir. Ama bilmeyiz ki bu tablonun aslı ne kadar karışıktır diye. Bu tabloda ne kadar rengin karışımı var bilmeyiz. Meyers benim hayatım bu tablolardan birisiymiş. Hep sıradan bir hayatım oldu, ama bazen hiç olmadı. Bazen savurdu beni umutsuzluk, hatta bazen değil. O kadar çok çarptım ki o mutsuzluk, umutsuzluk duvarlarına hiç bir beklentim kalmadı. Ben yaşadığım her günde gitmeyi bekledim. Her şeyden kurtulup gitmeyi. Bu kadar güzel dünyayı kötüleme kalkan insanlardan kaçıp gitmeyi, kaybolmayı. Hep bir acı oldu içimde, hep bir boşluk, başkaları gibi olmadım diye bir boşluk. Ben hep mutlu görünüp içinde bitenlerdendim. Belki de gülümseme acımın yumuşak yorganıydı, belki de acım o yorgan olmadan bütün çıplaklıyla insanların karşısında durmaktan korktu. Hep olduğu gibi yanlış anlaşılmaktan ya da hiç anlaşılmamaktan korktu. Oysa şimdi hayatımın tam ortasındayım, şimdi de hayatımda kaydoldum. Her şey o kadar inanılmaz geliyor ki, benim basit, umutsuz hayatımdan çok ayrı. Yıllarca hayatıma hiç kimseyi alamadım, şimdi yabancılar kapılarımın anahtarlarını buldular. Ama sorun şu ki benim ağ almış duvarlarımdan, tozlu zeminlerimden, buz gibi odalarımdan geçe bilecekler mi? Bunlardan kalbime, ruhuma giden yolu bulabilecekler mi?

Karşımda duran yabancı bana kardeşim olduğunu söylemişti. Ne yapmalıydım? Ne yapacaktım ki? Kalp atışlarımı anlatacak hiçbir yol bulmayordum. Öylece kapıda durup, hep yaptım gibi sakince, şok geçiriyordum. Titreyen parmaklarımı kapıdan ayırıp iki yanıma bıraktım. İlk babama, sonra Kağana ve en son o kıza, belki de kardeşime.
"Gerçekten mi?" dedim bir adım geri giderk.
"K...kardeşim"
"Sen benim kardeşimsin" dedim titreyen sesimle.
"Hayır kızım değil" dedi babam ama o kız hemen sözünü kesti.
"Öyleyim" dediğinde benim bu şok halim onun gülümsemesini engellemiyordu.
Ben ne yapacağımı bilmeyerek sadece onları izliyordum. Bir kardeşim var mı, yok mu bilmiyorum. Ama eğer bu kız gerçekten kardeşimse ne yapmam gerek? Sevinmem mi? Üzülmem mi? Kafamdaki lapaya bir kaşık daha katılırken o kız hiç beklemediğim bir şey yaptı. Bana elini uzattı.
"Ben Dicle" dedi eli hala havadayken, ben şokla bir ona bir eline bakarken nefes almakta zorlandığımı hissettim.
"Kızım hadi ben dinle, Dicle sen de içeri geç" babam bunu söylediğinde o içeri geçti.
"Ne? Ne bu? Ne oluyor? Baba gerçekten benden bir yaş küçük bir kızın mı var?" Ben titreyen sesimle bunu söylerken babam içeri girdi Kağan ise kapıda dikilip beni izliyordu.
"Hayır Dicle bir akrabamın kızı , sadece annesi ve babası gözlerinin önünde vefat etti buna dayanamadı " dedi babam, ne yapmalıydım? O kızın deli olduğuna inandırmaya çalışıyordu babam.
"Senin ne kadar iyi kalpli bir kız olduğunu biliyorum lütfen ona iyi davran ailesini gözlerinin önünde kaybetti" dedi babam, benim şokum hal geçmemişti.
Yarım saat sonra kendimi Dicleye yorgan ve yastık verdikten sonra yerde yatarken buldum. O ise yatağımda uyuyordu. Babam onun bir akrabamız olduğunu ve ailesini kaybettiğini söylemişti. Sonra sabah her şeyi daha iyi anlatması için uyumasının gerektiğini, diyip onu evimizde bırakıp gitmişti. Ama ben asla bir yabancıyı kendime bu kadar benzetmemiştim, gözleriyle, saçlarıyla bana beni andırıyordu. Ve babama güvenmeme rağmen içimde bir yerlerde bu kızın beni kardeşim olabileceğine inanıyordum. Kollarımla bedenimi sardım sırada hayatımı sorguladım. Nasıl bu hale gelmiştim? Nasıl o sessiz kızın haytalı böyle olabilirdi?
Yavaşça yerimden kalkıp yatağıma bakmadan odadan çıktım. Hızlıca banyoya girip ardımda kapıyı kitleyip yine kendimle, yalnızlığımla karşılaştım. Bazen ne kadar zordur kendi gözlerinin içine bakmak, bazen ne kadar zordur kendinle konuşmak. Siz hiç kendi gözlerinizde kayboldunuz mu? Hiç kendi derinliğinizi merak ettiniz mi? Ben şimdi çok ediyordum. Ben hep görünmez olduğumu sandım, oysa bu olanlar benim ne kadar görüldüğümü anlatmaya çalışıyor. Evet belki de o kız gerçekten akrabamız, ama o bilinmeyen numara?
"Keşki polise gitmeden bana haber verseydin, bu numaradan da yazardım onu da verseydin" diye yazıyordu telefonumu açtığımda.
"Sen güçlü görünüp güçsüzlüğün ta kendisisin kelebek "
"Sen mahvettin şimdi mahvolmaya mahkumsun"
"İstediğini yap, ama seni parçalara böldükten sonra sessizce çıkıcam hayatından"
"Ama sen yine de kelebek olmaya devam et"
"Engelle artık, ben de gideyim yeni numaramı açıyım"

Bu nasıl bir psikopatti böyle? Ne istiyordu benden? Neyi mahvettim ben? Mahvedilmeyi, parçalanmayı hakkedecek ne yapmıştım ben? O kadar karıştı ki kafam, hem üzgün, hem sinirli, hem de korkmuştum. Ama bir yerlerde söyledi o cümleye inanıyorum. "Sen güçlü görünüp güçsüzlüğün ta kendisisin kelebk" belki de bu bir gerçektir. Oysa ben asla güçlü görünmeye çalışmadım. Sadece insanlar beni böyle kabul etti, ben de böyle kaldım. Güçsüz müyüm? Ya öyleyse? Ama ben en çok ayakta kalmaya güçlü olmaya öğrendim, nasıl olur da kendim böylesine kötü anlarım? Nasıl olur da güçlü olmaya çalışırken, güçsüzlüğün ta kendisi olurum?

Gelecek gün:

Gözlerimi bir gürültüyle açtım. Sanki taşın üzerinde uyumuşum gibi bütün vücudum ağrıyordu. Beni kollarıyla saran annem, yerde gördüm kırık kapı kulpu, ve kalçamın altındaki sert zemin. Taşta değil ama galiba betonun üzerinde uyumuştum. Dün gece tuvalette gittim ve sonrasında ne oldu? Tuvalelette uyuya kalmış olamam değil mi?
"Kızım sen beni delirticik misin?" annem bunu söyleyip benden uzaklaştı, ve ben kapıda duran kıza yani Dicle'ye baktım.
"Tamam iyiyim" dedim yerden kalkarak.
"Burda ne işin var o zaman?"
"Çocuğum uyuyucak başka bir yer yok muydu?" Annemin sorularıyla banyodan çıktım.
"Tamam ben teyzene gidiyorum, bana çok önemli bir şey anlatacaktı, sen iyisin değil mi?"
"İyiyim, iyiyim, "
"Misafirimize iyi bak" dediğinde istemiyerek arkada duran kıza göz attım.
"Bakıyorum, bakıyorum, ve hiç bir şey anlamıyorum," dediğimde annem gözünü devirdi .
"Ne anlamıyorsun acaba?"
"Anne kız gecenin bir vakti evimize gelip ben senin kardeşinim, dedi sonra babam geldi hayır akrabamız olduğunu söyledi, ve akşam hiç bir şey yokmuş gibi bizde kaldı"
" Kızın hikayesini duydun, hem sen ne düşündüğün her şeyi unut, o akrabamız sadece biraz bizde kalcak, hem yazık değil mi? Kızın annesi ve babası gözlerinin önüde vefat etmiş" Annem bunu söyleyip ayakkabılarını giydi.
"Kahvaltı hazır, sonra topla o masayı, banyoda uyumak yok aklımı çıkarmak yok, o banyodaki kapıyı bu günlük böyle kullan akşam bir şeyler düşünürüz , ve..."
"Seni seviyorum anneciğim" dedim ve yanağına bir öpücük kondurup evden çıkardım, yani şimdi bana anne nasıl kovarsın demeyin, kovamasam ölüm günüme kadar soru sorar bana.
"Merhaba" dedim mutfakta oturan Dicle'ye bakarak.
"Selam"
"Ben yürüyüşe gidicem, sen istediğin şeyi yap, yani odamda dinlene bilirsin" dediğimde başını salladı ve mutfaktan çıktı.
Ben mutfaktaki her şey topladıktan sonra bu evden kaçmak istercesine elime gelen ilk kıyafeti giydim ve hızlıca evden çıktım. Bu gün dersim de yoktu, o yüzden kolaylıkla kaçabilirdim ordan. Ordan derken, insanlarla dolu olan, seslerle, dokunuşlarla dolu olan yerlerden. Beni, ruhumu bu yanlızlığa onlar mahkum etti, sesleriyle, dokunuşlarıyla. Ben çocukluğumdan beri hiç annemden ayrılmadım, hep yanımda olmak zorundaydı. Sonra bir şey oldu, ergen oldum ve annem hala yanımdaydı, ve onlar bunu tuhaf buldu. Onlar beni tuhaf buldu, ben buraya, be dünyaya başka bir gözle bakıyorum diye tuhaf buldular. Ben de kabullendim, beni asla anlamayacaklarına kabullendim. Yalnızlık, seni anlamayan, anlamak istemeyen insanlarla olmaktan çok daha güzeldi . Ama insanlara şans vermeyi bırakmayın, bir çiçeğin dikeni battı diye hiç koklamaz mısın artık?
"Bir şehre ait olmak gelmez elimden
İçimde bi' çocuk var hep gitmek isteyen
Ne kadar şarkı varsa koyup bavula
Koşturdum hep durmadan ordan oraya".
Diyordu kulaklığımda çalan şarkı.

"Acaba ne dinliyorsun?" diye bir mesaj gördüm. Korkmam gerekir, kortum. Ama ben sanki kaybolmaktan korkmuyordum. Birisi beni bulup parçalamak, mahvetmek istiyorsa bence polis çok şey yapmazdı. Evet belki hapise girerdi ama suçlular bir gün hapisten çıkar, o zaman intikam ateşi daha da alev alır.
Bir de korumlar vardı, ben çıkarken birisi arkmadan çıktı. Şimdi bu yürüyüşten sonra polise gidip durumları öğrenmek istiyordum. Belki de bir gün bu gizli mesajcıyı , neyin intikamını almak istediğini öğrencem. Ama şimdi polise gidicektim.
"Kesinlikle bir manyağın dinlemeyeceği şarkılar" diye cevapladım mesajını.

"Bence en çok manyaklar şarkı dinler" diye yazdı ve ardından hemen şunu ekledi:

"Hem bir manyakla kolayca yazışa bilmen, senin o kadar da normla olmadığını gösterir."

"Normal olduğumu kim söyledi? Hem bence normla diye bir şey yok."

"Yürüyüş için en ıssız sokaklar, bu kadar masum olduğunu düşünen birisi için fazla değil mi?"

"Issız sokaklar masumların yeridir, o yüzden de suçlular o masumları buraya bulmak için gelir, ve b
en masumum, hiçbir şey yapmadım, "

"Yaptın"

"Benden nefret etmeni sağlayan şeyin ne olduğunu bilmiyorum ama ben hiç bir şey yapmadım, Hem ne yatıymış olabilirim?"

"Bir çocuğun yıllarca yalnız kalmasını sağlamış olabilirsin"
diye yazdı, ama ben ne dediğini hala anlamıyordum.

"Ne? Ben ne söylediğini asla anlamıyorum,"

"Hiç bir insan yaptığı şey kabullenmez, kötüsünü hiç kabullenmez"
diye yazdı, oysa ben masum olduğumdan emindim.

"Eğer beni tehdit etmiyorsan, neden buradasın? "


"Sadece sana hayatına yaklaştığım her anı söylemek için, korkman için, yaralanman için"


"Yaralı kuşlar yaralanmaktan korkmaz ki, hele o kuşları hayat yaraladıysa"


Onun KalbiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin