1. Bölüm: Geçmişin Yaraları

31 4 23
                                    

Ethel Evans

Karanlığa gömülmüş bir sokak, soğuktan titreyen ellerim... Herşey bir anda oluyordu. Evime giden sokağa girdiğimde arkamdan gelen ayak seslerinin gitgide yaklaşmasının verdiği ürperti... Arkama bakamıyordum. Titrek adımlarım sokağa zemin olmuş taşların üzerinde yankılanıyordu. Adım sesleri gitgide büyüdü, ama içimdeki korkuyla kıyaslanamazdı. Arkamdan boğazıma sarılan el ve sırtımı vurduğum taş duvarın acısını içimde hissettiğimde beni duvara hapseden bedene baktım.

Benden bir karış uzun boyu ve iri bir bedeni vardı. Yüzüne bakmaya çalıştığımda ağzımdan istemsiz çıkan bir hıçkırıkla korkudan titremeye başladım. Muhtelen katilim olacak bu adamın üstünde siyah bir cüppe ve yüzünde, siyah bir maske vardı. Gördüğüm kadarıyla siyah maskenin ardına saklanmış kahverengi gözleri canilik ile parıldıyordu. Paniğimden ve korkumdan yararlanan adam cebinden gümüş bir hançer çıkardı. Sivri hançer gözlerimin önüne serilince ağzımdan bir çığlık çıktı. Ama zayıf ve donuk çığlığım parlayan hançerin boğazıma dayanmasıyla kesildi. "Bağırmanın sana bir faydası olmaz." dedi adamın tok sesi. Herşeyin bir kabustan ibaret olmasını diledim ama hiçbir kabus bu kadar gerçek olamazdı.

Adamın ellerinin boğazımda olmasını fırsat bilerek bir bacağımı adamın kasıklarına savurdum. Maskeye rağmen adamın yüzünü buruşturduğunu fark ettiğimde bir daha savurdum. Fakat bu hamlem adamın sertçe boğazımdaki hançeri hareket ettirmesiyle sona erdi. Boğazımda hissettiğim sıcak sıvının kokusu burnuma doldu. Soğuktan uyuşmuş elimi boğazımdaki keskin acının kaynağını götürdüm. Adamın sersemlemesinden faydalanıp elime baktığımda kan gördüm. Boğazım kesilmişti. Zor da olsa nefes nefese bağırdım. Ne kadar kuvvetli bağırabilirsem o kadar bağırdım. Bir yardım diledim, yalvardım. Sadece canımı kurtarmak için, o günün hayatımın son günü olmasını istemediğim için bağırdım. Sokağın öbür ucundan birkaç ayak sesinin duyulmasıyla adam bir elini elbisemin eteğine doladı ve beni kendine çekti. Son hatırladıklarım ise kulağıma fısıldadıklarıydı: "Senin için geri döneceğim." dedi adamın soğuk sesi "Bekle ve gör. Seni öldürmek için geri döneceğim."

Görüntülerin bir sis perdesinin ardına saklanması ve aniden açılan gözlerimin tavanla buluşmasıyla kabusun pençesinin arasından kurtuldum. Şimdi geçmişin gölgesi altındaydım sanki, o kadar soğuk o kadar cansız... Yataktan kalkıp eski ve pespaye eşyalarla dolu olan odamın karşısındaki çatlak aynaya doğru ilerledim. Uyku mahmurluğu ve gördüğüm kabusun gerginliğiyle gözlerimi ovuşturdum. Aynanın karşısında durduğumda boyumu örten beyaz geceliğimi araladım ve boynumdaki iki yıl önce bana bir katil tarafından verilmiş yara izine baktım. Bu yara benim ölüm ve yaşam arasındaki ince çizgimdi. Bir adım ötesi edebiyetti. Şakaklarımdan akan ter damlalarını silmek için lavaboya yönelmiştim ki odasından çıkan Lisa'yı gördüm. "Yine mi aynı kabus?" dedi gözlerini yüzüme odaklayarak. Hafifçe başımı salladım ve banyoya girdim. Toparlanmalı ve akşam konser için hazır olmalıydım. "Üstünü giyin, hazırlandığında kapıda buluşuruz." "Tamam." diye onayladım onu ve yüzümü yıkadım.

Hayatımın son iki yılını normal bir hayata sahip olma arzusuyla geçirmiştim. Çoğu insanın yaşadığı sakin ve durgun bir hayat istiyordum, fazlasını değil. Ama hayat en derin yaralarınızı yüzünüze vurardı bazen. İnsanı içine aldığı duvarları yıkması için zorlardı. Elleri kanasa da yorulsa da vazgeçmezdi, savaşırdı. Kendime kurduğum bu normal hayatın en önemli günüydü benim için. Bu akşam, Valerie Cecelia operasında ilk kez beni bulacaktı sahne ışıkları, beni aydınlatacaklardı. Prova için Lisa ile hazırlanıp evden çıktık. Lisa da operada şarkı söylüyordu, fakat benim kadar deneyimi olmadığı için daha farklı bir rol verilmişti ona. Beraber meydanın ortasındaki ihtişamlı operanın kapılarından girerken içimde bir heyecan peydahlandı. Mermer işlemelerle süslenmiş kapının ardında tam bir panik havası vardı.

Fuaye alanında oradan oraya taşınan dekorlar ve terzilerin ellerindeki elbiseler iyice kaos oluşturuyordu. Fuayenin karşısındaki merdivenlerden inen Bay Montaine'i görünce başımla selam verdim. "Günaydın hanımlar." dedi iri bedenini bize çevirerek. Ellili yaşlarındaki saçlarına kır düşmüş bu nazik adama bakarken gençliğinden gelen enerjiyi koruduğunu anlamak için dahi olmaya gerek yoktu. Beraber operanın kulisine yöneldiğimizde kulisten çıkan Edwin'i gördüm. Adımlarımı hızlandırıp yanına vardığımda beni görüp gülümsedi. Kahverengi saçlarından bir tutamı kahverengi gözlerine düşüyordu. Yüzüne vuran ışık keskin çene hatlarını aydınlatıyordu. Üstünde siyah bir tunik, altında yüksek belli bir pantalon vardı. "Nasılsın?" diye sordu gülümseyerek. "İyiyim sen?"  "Yorgunum." dedi bıkkın bir sesle "Zira bitirmem gereken sahne işlerinin yanına bir de sorumsuz insanlar eklenince," dedi ve kafasıyla sağ köşden gelen Andrew'i gösterdi "İnsan yorulmadan edemiyor." Gülümsedim ve kafamı salladım.

Edwin gibi nazik ve cömert bir adamın Andrew'den hoşlanmasını bekleyemezdim tabi. Andrew Montaine opera müdürünün oğluydu. Operada belli bir işi yoktu, ancak zamanın çoğunu operada geçirmeyi ve provalarda sorun çıkarmayı severdi. Yirmili yaşlarının sonlarına gelmesine rağmen sorumluluk sahibi bir karakteri yoktu. Gözümün ucuyla Andrew'e baktığımda, onun bu salaş görünümünden karakterini ne kadar iyi yansıttığını fark ettim. Edwin'e veda edip Lisa'nın yanına kulise döndüm. Etrafta, ellerindeki parşömenlerden repliklerini okuyan insanlar vardı. Beraber eşyalarımızı bıraktık ve kendimizi orkestranın prova yaptığı sahnede bulduk. Prova başlıyordu. Sahne ışıkları benimdi.

Sahne ışıkları ve yakın zamanda geçmişten kurtulacak, bugüne ait olacak yaralar...

Ölüm Kalım Meselesi Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin