SAFİR VE YAKUT
1. Bölüm
Yaş on sekiz olduğunda, bir daha geri gelmiyor o gülümsemeler. Sar başa, sonuçta ilk ve son kez, insan hayatında bir kez aşık oluyor. Ya ellerinin arasında sımsıkı tutuyorsun, ya da bir vedayla hiç açmamak üzere kapatıyorsun.
"Şah mat." Diye fısıldadım, tuş devrildi oyun bitti. "Ben kazandım."
Şah oldu, mat devrildi. Bir bütün gibi gözükse de, birbirinden o kadar ayrı dururdu. Ve oyunu kazanıp kaybetmek bir hamleye bakardı. Şah devrilirse mat tamamlanır, oyun biterdi. Satranç tahtası ortadan ikiye kırılır, figüranı oynayan piyonlar bir köşeye çekilir, tüm çatlakların uğruna yeniden bir oyun kurulur, bir sahnenin ardından gülümseyen dudakların gizlediği yalanların ortaya çıkardığı sahteler gün gelir en olmadık anda seni en yakınından vururdu.
Acıyacak sanırdın, ama seni o acıya bile alıştırmayı bilir, yılların hüznün saklayan bedenini bir hırsa büründürür, bazen bir hırstan ibaret olurdun. Dönüp geriye baktığında, yılların ardından kalan anılar değil de, hırs dolu bir geçmiş, hırs dolu o tanıdık kişi gelir aynanın karşısına geçer, gerçekleri bir bir acımasızca yüzüne vurmaktan tek an çekinmezdi.
Hırs, hırs, hırs... İki ayağının üzerinde seni dimdik tutabilen o güç. Zaman geçse de hala tanıdık olan o kin.
Kaçımız yaptığımız hatalardan gerçek anlamda ders çıkarıyorduk?
Ya da kaçımız, hatalarımızın arkasında gururla durmaya devam ediyorduk?
İki yüzlüler. İnsanlara bahşedilen güven duygusu, oldukça iki yüzlüydü. Bir insana, nasıl güvenilirdi? Sonuçta insan en iyi kendinden bilirdi, bir insana güvenilmeyeceğini. Peki iki insanın arasındaki bağ, nasıl oluyordu da, güven kelimesinin arkasına sığınabilecek kadar güçlü oluyordu?
Güven yoktu. İnsanlara güvenilmezdi. Güven, gelip geçici bir yıkımdı.
Ben on sekizimden vurulduğumda, çalınan güven duygusuna veda edeli, uzun zaman olmuştu.
Bazen ise en çok seni kendine yabancılaştırdı. En tanıdıklarımız aslında hayatımızdaki en yabancılar olurdu. Tanıdıklar ve yabancılar, asla ayırt edilemezdi, çünkü ikisi de sana zarar verebilecek kadar yakın ve uzaktadır. En yakınlarımız, en uzaktakilerden bile daha güvenilmez olurdu. İnsanlara güven olmaz, her güven bir gün bir kapının ardından terk edilmeyi bilir, yüzüstü gözyaşlarıyla o kapıyı yumruklar, aynı sahneyi defalarca oyuncularına tekrarlatan yönetmenler gibi yaşatır, hissettirirdi.
Bir kitap, bir dizi bazen bir yönetmenin, bir yazarın hayatının bir dönemine tanıklık eder, bir kalbi yaşatabilirdi. Ritim cihazlarının bir alfabesi yoktu, ama hisleri, yönetmenler tarafından kağıda ve kaleme dökülmüş cümleleri vardı. O yüzden insanların cümlelerine değil kalbine dokunuyor olabilirdiniz. Ve kalplerini cümleler halinde veren insanlar hassastır. Kırılmaya mahvolmaya çok elverişlidir. Yoksa neden çekinsin, kalbini direkt avuçlarınıza bırakmaktan?
YOU ARE READING
SAFİR VE YAKUT
Teen Fiction"Avukat..." Dedi, kapımın yanındaki isimdeki bakışları kısaca gezindi. Gözleri bir ifadeye büründü, ama bunu anlayamadım. O an onun eskisi gibi olmadığını fark ettiğim, zamanın sadece bana değil ona da uğradığını anladığım bir andı. "Asena Lara Şafa...