Uzaktan gelen ritmik saat sesi, sinirlerimi bozuyordu. Sadece işe yaramazdı. Zamanın bir önemi kalmamıştı. Gözlerimi kapatıyor ve tekrar tekrar kendimi ağlamaktan alıkoyuyordum ama biraz daha tekrar ederse bunu yapamayacağıma emindim. Kendimi geniş beyaz koltuğa biraz daha gömdüm ve öndeki koltuklarda oturan aileme baktım. Ciddiyetle birbirlerine bakıyors, sanki benim duyamadığım şekilde birbirleri ile konuşuyorlardı. Annemin gözlerinde beliren şeyin ne olduğunu anlamaya çalıştım. Genelde böyle durumlarda annemin benim için, kızı için üzülmesini beklerdim ama pek de beklediğim gibi değildi durum. Annemin gözlerinde hayal kırıklığı vardı. Her bana baktığında gözlerinde gördüğüm o hüsran, bana kendimi yanlış bir şey yapmışım gibi hissettiriyordu. Oysa ben biliyordum ki bana bunu hissettirmesi gereken hiçbir şey yapmamıştım. Ben bunun kurbanıydım. İçine düşmüştüm. Hayat, benim ayaklarıma sert bir çelme takmış ve ben yıllar sonra yine aynı çukurun içine düşmüştüm.
Gözlerimi kapattım. Artık o hayal kırıklığı dolmuş gözlere bakmaya katlanamıyordum. Yumruğumu sıkarak bekledim ve sonunda dakikalardır beklediğimiz kişi, ağır adımlar ile içeri girdi. Onun girişi ile odaya bol bir dezanfektan kokusu yayılmıştı. Bu burnumu kırıştırmama neden oldu. Gözlerimi sonunda açabildiğimde, karşımda yine o tanıdık, somurtkan yüz duruyordu. İçeri girdiği gibi hantal bedenini masanın arkasındaki çalışma sandalyesine bıraktı ve elindeki dosyayı masasına bıraktı. Diğer beyaz dosyalardan ayrı olarak, üstünde benim adımın yazılı olduğu dosya siyahtı. Bunu ironik buldum. Demek onca dosya arasından, en ümitsiz vaka olan benimkiydi. Gözlerim doldu ama bir şey yapmadan arkada oturmaya devam ettim. Doktur dosyanın içinden ağır hareketler ile bir kağıt çıkardı ve annem ile babamın önüne koydu kağıdı. Annem derin bir nefes verdi. Gözlerini kapadı ve başını iki yana sallayarak "Bu bir facia..." diyebildi sadece. Yüzünden taşan hayal kırıklığı açık bir biçimde belli oluyordu. Doktor ağır ve bana sinir bozucu gelen sesi ile konuşmaya başladı. Dediklerinden kasvet damlıyordu sanki. Sadece "Kızınızın ciğerlerindeki tümör yine baş gösterdi, korkarım ki bu sefer daha agresif olduğunu açıkça görebiliyoruz." dedi. Kaşlarımı çattım. Dudağımı ısırıp duruyordum ve ağzıma akmaya başlayan kanı durdurmak için hiçbir şey yapamadım. Babam derin bir nefes verip başını öne eğerken annem "Peki iyileşecek mi? Yoksa sonsuza kadar böyle mi kalacak?"
"Bilemiyoruz. Hem daha yeterli kadar test yapmadık. Ama kızınızın akciğer kanseri olduğunu ve bunun kötü huylu olduğunu söyleyebiliriz. Korkarım ki eğer iyileştiremez isek onun bir sonsuza kadarı olmayacak. Çok kısa bir süresi kalacak."
Annem iç çekerek "Kızım..." dedi. Gözleri bana dönmüştü. "Nasıl olur bu? Nasıl yaparım? Nasıl böyle hasta bir kız doğururum..."
"Anne?" dedim. Kalbim kırılmıştı. Neden böyle demişti ki şimdi? Ölümcül bir hastalığım olduğunu öğreniyorduk, daha doğrusu kurtuldum sandığım bu küçük ama dehşet saçan tümörün geri geldiğini görüyordum ama annemin sözleri, davranışları ve hatta gözlerindeki o bakış, benim matematikten kötü not alınca yaşadığım hayal kırıklığına benziyordu. Onun için bir ders kadar mı değerliydim? Aslında en çok, birinin elimi tutup bunun geçeceğine beni inandırmasına ihtiyacım vardı ama neden o an herkes bana sırtını dönmüştü? Ben neden arka planda kalmış, bir kötü son ile biten bir masalı dinler gibi acımasız sözlü doktorun kelimelerini dinliyordum ki? Koşup gitmek, kendimi bir uçurumdan atmak istiyordum o an. Boğazım düğümlenmişti ve anneme bir şey diyemiyordum. Ona karşı çıkacak, isyan edecek sözler aradım ama bulamadım. Her kelimeyi, zihnim ayıp olacağını sayıklayarak siliyordu kafamdan. Belki de ayıp olmalıydı. Bir ders notu kadar değer gördüğümü anladığımda bir şeylerin değersiz olduğunu da anlamalıydım. Ama yapabildiğim tek şey ayağa kalkmak oldu. Bir şey demedim. Sadece beyaz elbisemin eteklerinden çekiştirerek ayağa kalktım ve hızlı adımlar ile kapıdan çıkıp, kapıyı sert bir şekilde ardımdan çarptım. Kapalı kalan bu kapının önünde, nereye gideceğimi bilemez ve ne yapacağımı bulamaz halde dizlerim titreyerek dururken, Eden koşarak yanıma geldi. Bekleme salonundaki koltuklarda otururken, onun da meraktan çatlamış olduğuna emindim. Annem ve babam gibi test sonuçlarını sabırsızlıkla bekliyor ve iyiyi umut ediyordu. Ben ise biliyordum. Her aldığım nefeste hissediyordum. Bu sefer farklı olduğunu da biliyordum çünkü acıyordu... Her şeyden daha çok acıyordu...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Hayatın Renkleri
Dla nastolatkówYaşadığı dünyada her şeyin siyah ve beyz olduğu bir kız, aldığı acı haber ile hayatının dönüm noktasına girer. Neler olacağını kestiremediği bu yakın geleceğinde yeni tanıştığı ve diğerlerinden çok farklı biri olan yeni sınıf arkadaşı ona hayatın re...