İki aydır hastanedeki yoğun tempo yüzünden tıpkı bir ruh gibi takılıyordum. Bir buçuk ay boyunca sebebini anlamadığım bir şekilde onkoloji bölümüne geçmiştim ve tahmin edersiniz ki orda oturmak için çok da vaktimiz olmuyordu. Son iki haftadır ise tekrar Ekin hocayla çalışmaya devam ettiğim için mutluydum. Her şey düzelmişti. Daha doğrusu her şeyin düzeldiğini umut etmeye başlamıştım. Şila evime gelmişti. Ares'in kulübesinin biraz uzağında ona da güzel bir kulübe yaptırmıştım. Arada sırada ikisini de eve alıyorduk ki Ahsen de onlara alışmıştı. Bazen hastanede nöbete kaldığımda geceleri bir şey olur diye korkup ikisini de eve alıyordu. Kedilerim deli gibi Ares ve Şila ile oynuyorlardı. Demir arada sırada karşıma çıkıp tekrar tanıdığım o gıcık adam olmuştu. Beni bir daha hastanede görmeyeceksin demesine rağmen bugün Ekin hocanın yanında, hastanedeydi. Uras Batı'dan herhangi bir haber almamıştım. O gün, o tekelin önünde ilk ve son kez karşılaşmıştık. Semih'in beklediği ataması da gerçekleşmişti. Hayatım tekrar sıradanlığına kavuşmuştu. Ancak sorun şu ki, bu iki ayda haber alamadığım Uras Batı hala arada sırada aklımı kemiriyordu. Burada kimle arkadaşlık yaptığını bilsem, gidip sorardım ancak kiminle olduğunu bile bilmiyordum.
Saatler sonra şehrin ıssız sokaklarında ellerim montumun cebinde, kuşağında kulaklarımla yürüyordum. Bütün hayatımı hayvanlara adayarak iyi yaptığımı düşünüyordum ancak bu adam o gece karşıma çıktığından beri ben kendimde değildim. Ona unut beni dediğimden beri onu hatırlamak için türlü bahaneler arıyordum.
Ayaklarım beni eskiden her günümü geçirdiğim bara yönlendirdiğinde derin bir nefes aldım. Burayı seviyordum ama burda olmamalıydım. Belki de gidip yeni barlar keşfetmeliydim. Mesela son zamanlarda adını en çok duyuran İzmarit'e. İçkiyle arası olmayan Ahsen'in bile gitmek istediği o bara.
Her zamanki barımın önünden geri dönüp internetten İzmarit'in açık adresini aldıktan sonra adımlarımı sola çevirdim.
İzmarit denilen barın yanında başka bir daha vardı. Henüz tabelası bile yeni asılıyordu. Izmarit'e girmekten vazgeçip o tabelanın asılmasını bekledim. Sebepsizce adını öğrenmiştim, adını öğrenip gidecektim. Yaklaşık on dakika süren işlemin ardından sonunda tabela asılmıştı.
ZEMUR?
Kelime miydi bu? Anlamlı bir kelime olduğunu hiç sanmıyordum. Zemur diye bar ismi mi olur Allah aşkına? Belki de bar değildir. İçeri girip şöyle bir göz atıp çıksam nasıl olurdu acaba? Zemur denilen yere doğru ilerlerken yolun ortasında durdum. Ergenler gibi merak dürtüme uyup beni saçma bir durumun içine sokmasına izin veremezdim. Ben artık olgundum, olgun olmak zorundaydım. Adımlarımı İzmarit'in kapısına çevirdim ve içeri girmeden önce Ahsen'e bir mesaj attım.
'Yarın izinli olduğum için bu gece İzmarit'te biraz dağıtmak istiyorum. Çocuklarıma iyi bak olur mu?' Çocuklarıma iyi bakması gereken bendim aslında. Dağıtma hakkım var mıydı?
Oflayarak girdim bardan içeri. Kapıdan adımı atar atmaz iki adet korumanın önümde durmasıyla cebimde tuttuğum kimliğimi gösterdim. Önümden çıktıklarında içeri doğru birkaç adım attım. Popülerliği farklı bir boyuta gelmişti sanırım. İçerisi tıklım tıklım insan kaynıyordu. Sessizce boş bulduğum bir tabureye oturup bakışlarımı barmene çevirdim.
"Bira." dediğimi duyunca bakışlarını bana çevirdi. Küçücük bedenimi gözleriyle süzdükten sonra çok kısa bir an etrafa baktı.
"Kimlik kontrolün yapıldı mı?" Sorusuna başımı aşağı yukarı sallayarak yanıt verdiğimde arkasını döndü ve çok geçmeden bira dolu bardağı önüme koydu. "Düzenli müşteri değilsin," Onaylamamı ister gibi konuştuğunu duyunca yine ona bakmadan başımı aşağı yukarı salladım.