Tepetaklak bir hayatı, toparlamaya çalıştınız mı hiç? O hayatı toparlamaya çalışırken kendinizden çok düşündüğünüz şeyler oldu mu? Benim oldu.
Ailemin psikolojik şiddetine de fiziksel şiddetine de boyun eğmiş olsam da, hayatıma kendimden daha çok korumam gereken canlılar girdi. Evet, hayvanlarım.
Asla evden kaçabilecek potansiyelde bir kız olmadığım için hepsi benim üstüme geliyordu. Annem, ablam, babam...
Babam, her türlü hizmetini bana yaptırırdı. Akla gelen her şeyi. Karanlıkta oturmayı seven bir adamdı babam. Bu yüzden beş dakikada bir beni çağırıp çay dökmemi istemesi bir yana, sürekli ışığı kapatmam için çağırırdı. Annem, sürekli evde iş yapmamızı beklerdi. Ben her ne kadar iş yapmış olsam da ona göre iş yapan ben değildim, ablamdı. Ablam ise tam bir muamma. Benden daha güzel yemek yaptığı için evde yemekleri o yapardı. Ben mi? Ablamın her türlü ayak işlerini yapıp evi toplardım. Ha bir de, hamur yoğururdum, ekmeği ben yapardım. Ama buna rağmen hiçbir halta yaramayan, gözden çıkarılan da hep ben olurdum.
Ablam ona baskı uygulamadıkları halde, baskı uyguladıklarını iddia ederek KPSS sınavına çalışmaya başlamıştı. Gece gündüz farketmeksizin sürekli ders çalışıyordu. Sonra, sınava 3 ay kala lise öğretmenimin teşvik etmesi üzerine bende ders çalışmaya başladım. Ama tahmin edersiniz ki, benim ders çalışmam ona göre daha zordu. Mesela o mutfağa gidip ışığı açıp ders çalışırdı. Ben odada yer sofrasını koyup telefonun flaşını yakarak çalışırdım. O bir sürü test kitabı alıp test çözerdi, ben para istemeye korktuğum için test kitabı alamazdım. Ablamın 1 sene günde 16 saat çalışarak, bir sürü test kitabı çözerek girdiği sınava, ben 3 ay günde en fazla 3 saat çalışarak, sadece okuyarak ya da yazarak hazırlanmıştım. Kimin daha yüksek aldığını hepiniz tahmin edebiliyorsunuzdur. Ancak şöyle bir nokta var ki, ablam sınava defalarca kez girmiş ve çok iyi hazırlanarak 78 almıştı. Ben ilk kez girerek, elimden geldiğince çalışarak 73 almıştım. Sınav notlarını öğrenen annemin o an bana bakışı asla gözümün önünden gitmezdi.
Ben zeki bir kızdım. Kendimi övmek için değil, ben gerçekten zekiydim. Hani derler ya sayısalcılar ya da sözelciler diye. Ben ikisini de yapabiliyordum. Sadece matematik çok sıkı çalışma gerektiriyordu ve benim çok sıkı çalışma lüksüm yoktu. Eğer öyle bir lüksüm olsaydı o sınavda ablamı geçeceğime emindim. Ki, sonuçta bunu annem de kabul etti. Benim ablamdan daha zeki olduğumu böyle kabul etti.
Çocukluk hayalimdi, avukat olmak. Eğer, ders çalışmam için müsaade etseydiler şu an avukat olarak büromda olurdum. Onlar benim başaramayacağımı düşündükleri için, il dışında olduğu için izin vermediler. Sonuç mu? Şu an bir bar taburesinde oturup önüme koyulan içkileri içmekle meşguldüm. Ailemden kurtulmuştum, devlete atanmış, artık onlardan uzaktaydım. İnsan, ailesinden uzaktayken güvende hisseder miydi? Ben hissediyordum.
Telefonumun rahatsız edici titreşimine karşılık acele etmeden elimdeki bardağı masaya koydum ve telefonumu cebimden çıkarttım. Üniversite arkadaşım arıyordu, daha fazla bekletmemek için aramayı cevapladım.
"Efendim?"
"Umay!" Heyecanla konuşmasına karşılık gram duygu barındırmayan sesimle konuştum, "Efendim?"
"Nerdesin?"
"Bardayım, bir şey mi oldu?"
"Hayır, buluşalım diyecektim." İnce bileğimi saran saate kaydı gözlerim. 22.30
"Eve geçiyorum, eve gelirsen görüşelim."
"Tamam." Sesine tekrar heyecan eklenmişti. Ancak umursamadan aramayı sonlandırdım ve bardakta kalan içkiyi kafama dikip oturduğum masadan kalktım. Barmen beni görünce gülümseyince bende çok hafif bir tebessüm ettim. Sanırım barmenle arkadaş olmaya başlamıştık. Kapıdan çıkarken çarptığım bir bedenle birkaç adım geri gidip karşımdaki büyük bedene baktım. Boyunun 1.90 olduğuna kalıbımı basabilirdim. Saçları ve gözleri simsiyah, teni inadına beyaz olan bu kişinin gözlerine bakarken vücudum ürpermiş olsa da bunu ona belli etmedim.