Gözlerimi araladığımda Pars'ın burnumdaki patisiyle karşılaşmayı beklemiyordum. Elimle patisini burnundan çektiğinde sinirli bir şekilde miyavlayarak benden uzaklaştı. Yataktan kalkıp Mars ve Riley'e baktım. Yine birbirine nefret dolu bakışlar atıyorlardı. Riley eve geldiği günden beri Mars sürekli olarak ona vuruyordu sonra da bir güzel dayak yiyordu. "Günaydın beyler," dedim dolabımın kapaklarını açtığım sırada. Oscar hiçbirini umursamadan gelip bacaklarıma sürtünmeye başladığında onu omzuma alıp tekrar dolabıma odaklandım.
Önce askıdaki sarı montumu çıkartıp yatağın üstüne attım. Hemen ardından siyah bir tayt ve yine sarı bir örme kazak. Dolabın kapağını kapatıp alt çekmeceden parmak uçları kesik eldivenlerden birini çıkarttım.
"Seni indirmek zorundayım." Hala omzumda duran minik bedenini tek elimle alıp yatağın üstüne koydum. O hala bana masum bakışlarını atarken kıyafetlerimi alıp üstümü değiştirdim. Dün gece duş alamamıştım ve saçlarım kirliydi. Çok üstünde durmadan saçlarımı dağınık bir topuz yaptım ve eldivenlerimi de elime geçirdim. Çıkmadan önce mamaları doldurmuştum.
"Bende seni uyandırmaya geliyordum." Kapıdan çıktığım an Ahsen'le burun buruna gelmiştik. "Geç kalmadın merak etme." Aslında hastaneye geç kalmış olmak çok da umrumda değildi. Bugün değişik hissediyordum.
"Kahvaltı yapıyorsun, değil mi?" Arkasını dönüp mutfağa doğru yürümeye başladığında peşinden bakmaya son verip bende adımlarımı harekete geçirdim. "Zahmet etme hiç. Köpekleri de yedirip çıkacağım." Mutfak kapısını açtığı sırada sözlerimle birlikte başını hafif çevirip bana baktı. "Onları ben yedirdim."
"Hava daha çok soğursa onları eve al, olur mu?" Montumun fermuarını kapatıp tekrar ona döndüm. "Dışarı falan çıkacaksan da onları eve alıp çık. Hava soğudu iyice. Hasta olmasınlar."
"Dert etme. Hadi sen işe geç kalma." Başımı onaylar biçimde sallayıp dış kapıyı açtım ve Ahsen'i beklemeden kapıyı çektim. Köpekler kulübenin içinde olduğu için beni görmemişlerdi. Tam merdivenlerden ineceğim sırada telefonumu almadığımı hatırlayarak tekrar eve döndüm.
Cebimden çıkarttığım anahtarla kapıyı açtım ve hiç zaman kaybetmeden odamdan telefonumu alıp tekrar dış kapıya yürüdüm.
"Sen çıkmamış mıydın?" Ahsen mutfak tezgahında domates doğrarken başını kaldırmış bana bakıyordu.
"Telefonumu unutmuşum." Elimdeki telefonu salladım. "Şimdi gidiyorum." Tepkisiz kaldığını görünce tekrar dışarı çıktım ve adımlarımı hızlandırarak hastaneye doğru yürümeye başladım.
Evet, o geceden sonra Demir ya da Batı'yla neler olduğunu merak ediyorsunuzdur. Bende ediyorum. Bundan sonra ne olacağını çok merak ediyorum. Demir o gece bana bir şey anlatmamıştı. O geceden sonra Ekin hocanın da yardımıyla üç kez aynı ortamda bulunmuştuk ama o yine anlatmamıştı. Bende üstüne gitmek istememiştim. Sonuçta ben hiçbir şey söylememişken o anlatma kararı alıp beni aramıştı. Bu sebeple yine kendisi konuşmak isteyince konuşur diye sorgulamıyordum, sıkıştırmıyordum. Öte yandan bana bu kadar iyi davranmasını normal karşılamadığımı söylediğim için yine kedi köpek hallerimize geri dönmüştük.
Batı ise, her zamanki gibi bilinmezlikti. Onunla da birçok kez karşılaşmıştık ve her seferinde onun saklı tuttuğu yanını ortaya çıkartmama izin vermeyeceğini söyleyerek çekip gitmişti. Bir de, Koray'dan onun numarasını almıştım. Neden bilmiyorum ama ona mesaj atmak istiyordum. Ne yazacağımı bilmesem bile. Daha önce mesaj atmıştım.
'Selam, ben Umay!' yazmıştım ancak cevap vermemişti. Belki kim olduğumu söylememiş olsam cevap verirdi.
Hastane görüş açıma girdiğinde omuzlarımı dikleştirip girdim içeri. Dışarının soğuk havasına inat ılık bir hava esiyordu. Oyalanmadan asansöre gittim ve üçüncü kata basıp asansörün gelmesini bekledim. Çok kısa bir an arkama döndüğümde güvenlik görevlisiyle konuşmakta olan birini gördüm. Baştan ayağa simsiyah kıyafetleri bana Demir ve Batı'yı hatırlatıyordu. Ancak dar kesim pantolonuna bakınca onun Batı'ya daha çok benzediğini anlamıştım. Demir, Batı'ya göre daha kalıplı bir adamdı. Batı çok kaslı değildi.