02

57 6 0
                                    

Bilinci onu tekrar bulurken hatırladığı son anların hatıraları aklına doldu. Tuhaftı ki sondan başa doğru işleniyordu beyninde hepsi. Önce adım sesleri ve anlamadığı konuşmalar geldi. Hala hayatta olduğundan mütevellit onu bulanlar tarafından kurtarıldığı da barizdi.

Sonra ağrıyan yerleri, kırık olduğunu tahmin ettiği kolu, siyah saçlar ve köpek kulaklar-

Aniden açıldı gözleri. Defalarca kırpıştırdı kirpiklerini. Karanlıktı ama bir yerlerden sızan ışık vardı.

Dudakları aralandı. Boğazı kuruydu. Hareket etmeye çalıştı ama nafileydi. Hava bile o kadar ağırdı ki...

Ama kalkmalıydı. Orada herhangi biriyle birlikte olup olmadığını öğrenmeliydi. Eğer varsa -bunun nasıl olabileceğinden emin değildi- onun da kurtarılıp kurtarılamadığı bilmeliydi.

Köpek kulaklarını hatırladı yine. Bir insana çarpıp onu da kendi sefaletine sürüklemek kötüydü, evet, ama esas bir hayvana zarar verdiyse yıkılırdı. En azından insanın kötüsü olabiliyordu; şanslıysa kötü birine denk gelmiş olurdu.

Çabaları nihayet sonuç verip de boynunu bir miktar oynatabildiğinde, yan tarafa döndü. Bir çeşit alet vardı. Bir iki yutkunma ve göz kırpmasından sonra bunun bir kalp monitörü olduğunu anladı. Monitörün arka çaprazında tavandan tabana kadar uzanan koyu renk perdeleri gördü. İki parçaydı ve tam aralarından bir miktar ışık süzülüyordu. Demek ki gündüz vakitleriydi ve odanın karanlık olmasının nedeni koyu ve kapalı perdelerdi.

Diğer yanına döndü. Uzun, metal bir çubuğa bağlı birtakım plastik torbalar gördü. O tarafta, ötede bir kapı vardı. Kalkmayı denedi tekrar. Ama sırtı birkaç santim havalanmıştı ki yeniden yatağa indi. Güçsüzdü.

Zorlanarak biraz öne eğildi ve ayakuçlarından karşıya baktı. Üçlü, koyu renk bir kanepe, hemen yanında bir sehpa, iki pencereli duvarın birleştiği köşede de bir masa ve iki sandalye vardı. Kapının olduğu duvar, kanepenin önüne konumlandığı pencereli duvara kadar üç büyük kitaplığa sahipti.

Hastanede değildi.

En azından oda, onun bildiği hastane odalarına benzemiyordu.

Konuşmak için ağzını açtı ama ilk hece boğazına tıkandı. Öksürdü ve tekrar denedi:

"Merhaba?". Sesi kısık çıkmıştı. "Kimse var mı? Bakar mısınız?". Cesaretlendi ve sesini biraz daha yükseltmeye çalıştı:

"Yardım eder misiniz? Su... Suya ihtiyacım var! Kimse var mı?".

Sesi karşılık bulmayınca ağlamaklı bir sesle ekledi: "Yok mu?".

Derken kapı açıldı. İçeri giren kadın uzun bir boya ve uzun, dalgalı açık renk saçlara sahipti. Kırk-kırk beş yaşlarındaydı.

Ona önce şaşkın şaşkın bakmış, ardından bir gülümseme bahşetmişti.

Çekici bir kadındı.

"Ah! Gerçekten uyanmışsın! Gaipten sesler duyduğuma kendimi nerdeyse ikna etmiştim!", dedi. Sandalyelerden birini, sanki hiç ağırlığı yokmuş gibi kaldırmış ve elinde taşıdığı bir kağıt parçasıymışçasına zorlanmadan baş ucuna kadar getirmişti. Nereden çıkardığını fark etmediği küçük bir feneri yüzüne tutarken: "Nasılsın? Nasıl hissediyorsun? Bulantın var mı?", diye sordu.

Aiden başını olumsuz anlamda sallayıp: "Susadım.", demekle yetindi.

Kadın hemen monitörün arkasında kalan bir yerden pipetle bir su şişesi çıkarıp ona ikram etti. Nihayet, en azından sağ kolunu kaldırabilmiş olmanın sevinciyle, şişeyi alttan destekleyip kadına yardımcı olarak biraz içti.

Kırılmamıştı. Yanıldığına memnundu.

Kadın şişeye geldiği bilinmeze geri koyduktan sonra onu biraz daha muayene edip getirdiği sandalyeye oturdu.

"Pekala...", diyerek söze başladı. Sesinde gergin ve mesafeli bir ton vardı. Az önceki sevecen doktor gitmiş –Aiden doktor olduğunu tahmin ediyordu, onu muayene ettiğine göre öyle olmalıydı- yerine yeni bir yabancıyla tanışıyormuş gibi görünen bir ev sahibi gelmişti.

"Benim adım Ester Miraev. Doktorum ama sen şu an bir hastanede değilsin."

Aiden bu kadarını anlamıştı. Nedeninin kendisine açıklanacağını umuyordu.

"Bay Galvin-".

Sözünü kesti kadının, "Aiden. Aiden yeterli."

Muhtemelen çantasını ormanda bir yerlerde bulmuşlardı, adını o şekilde biliyorlardı.

"Aiden... Tam olarak ne hatırlıyorsun? Burada uyanmadan öncesine dair?".

Aiden anlattı. Şatodan başlayıp uyandığı yatağa kadar hem de.

Kadın onu sabırla dinlemiş, yer yer kaşlarını çatmıştı.

Sonunda ise suratında önce şaşkın, daha sonra ise anlayışlı bir ifade belirdi.

"Hayal miydi, gerçek miydi, emin değilim. Ama birine zarar verip vermediğimi bilmeliyim. İnsan ya da hayvan, herhangi bir şeye çarptım mı? Başka yaralı bir insan ya da bir hayvan buldular mı beni bulanlar? Bir köpek belki? Kurt da olabilir ama kurtlar yalnız dolaşmazlar?", diye bitirdi Aiden. Son cümlesinde kendi kendini haksız çıkaran bir soru vardı.

Ester ayağa kalkıp kapıdan çıktı ama kapıyı arkasından kapamamıştı.

Az sonra genç bir oğlan çocuğuyla geri döndü.

Genç, Aiden'a büyük bir gizeme bakar gibi bakıyordu.

"Aiden, bu Grisha. Sana neler olduğunu ve şu anki durumunu anlatmadan önce bazı gerçekleri kabullenmen gerekecek ve bunu yapmanın en kısa yolu bunları sana doğrudan göstermek. Bunu sen kaçamayacak bir durumdayken yapmak belki de adil değil ama zaten yeterince zaman kaybedildi. Böylesi daha kestirme olacak.", dedi doktor.

Aiden anlamasa da onayladı. Ama tam da kadın gence dönüp bir şey diyecekken: "Yeterince zaman kaybedildi, derken neyi kastettiniz?", diye sordu.

Ester omuzlarını düşürüp bir iç çekti ve: "Neredeyse iki haftadır uyanmanı bekliyorduk Aiden.", dedi.

Aiden aklına gelen ilk şeyin, yazıp çizmekte olduğu çizgi romanın teslim tarihi olmasına gülse mi, üzülse mi, bilemeden bir süre boyunca sadece kirpiklerini kırpıştırarak kadına baktı.

Neden sonra, kendisinden bir çeşit onay beklendiğini fark edip anladığını belirtircesine başını salladı.

Ester temkinli bir şekilde gence dönüp anlamadığı dilde bir şeyler söyledi. Ama bu Rumence bir iki kelimeyi seçebilmişti. Anlamlarını bilmiyordu tabi ama daha önce duymuştu.

Sonra ne olduğunu idrak edemeden genç soyunmaya başladı ve Aiden herhangi bir itiraz nidası atamadan çatırdayan kemik seslerinin eşliğinde oğlanın dönüşümüne tanık oldu.

Saniyeler sonra karşısında bir oğlan değil açık kahve, parlak tüyleriyle, bir kurt duruyordu!

Aiden şoktaydı. Hiçbir duygu ona ulaşamıyor gibiydi. Gözlerini açtı, kapadı. Dudakları defalarca aralandı ama sesler bir türlü birleşip sözcüklere dönüşemedi. Kaçma ya da savaşma dürtüsü harekete geçmedi. Zaten kaçabileceğinden değildi. Hele savaşmak...

Başını kadına çevirdi. Sonra tekrar kurda... Oradaydı! Sahiden oradaydı!

Kadın yine bir şeyler dedi ve kurt ona dönüp dinledikten sonra tekrar çatırtı sesleri eşliğinde eski haline, oğlan çocuğuna geri döndü ve giyinip odadan çıktı.

"Şimdi gidiyorum. Bir saat sonra öğle yemeği ile birlikte geri döneceğim ve seninle uzun bir konuşma yapacağız Aiden. Gerçekten çok uzun..."

Sonra Ester de odadan çıktı ve Aiden'ı şahit olduğu imkansızlığı hazmetmesi için yalnız bıraktı.

RENAISSANCEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin