Sabahın köründe telefonumun çalınmasıyla uyandım derin uykumdan. Dünkü yakınlaşmamız aklıma geldikçe utanıyordum, bugün nasıl bakacaktım onun yüzüne?
Telefonu açıp Soo-Ah ile yarınki okul gezisi hakkında konuşmuştuk. Tamamen aklımdan çıkmıştı. Saate baktığımda okulun başlamasına 30 dakika olduğunu gördüm. Hızlıca üzerimi giyinip aşağı indim.
Aşağı inmemle annemin soğuk yüzüyle karşılaşmam bir olmuştu.
''Günaydın Park Vien''
'Günaydın.'
''Bugün akşam benim için çok değerli misafirlerimiz gelecek, seninle yaşıt bir oğlu var. Akşam erken gel''
Başımı sallayıp iki kelime etmeden dışarı attım kendimi. Kulaklıklarımı kulağıma takıp yürümeye başladım.
Okulun girişine doğru hızlı adımlarla yürürken yanımdan bir hışımla geçen motor sayesinde ağzımdan bir küfür savurmuştum. Birkaç metre ilerimde motorunu park edip kaskını çıkaran Han Seojun, rüzgarda saçlarını savururken çok çekici duruyordu gözüme.
''Günaydın Vien, naber?''
Ona karşı hala utangaç olduğum için başımı hafif sallayıp yürümeye devam ettim.
''Bi' günaydın yok mu!?''
Arkamdan koşturarak geliyordu Seojun. Derin bir iç çekerek arkama döndüm.
'Günaydın.'
Arkamı dönüp ilerleyecekken yanıma gelip kolumdan tutulmam ile ona döndüm.
''Şey, iyi oldun mu? Yanlış bir şey mi yaptım?''
'Hayır, iyiyim teşekkürler.'
Telefonumun çalması ile gözlerimi ondan ayırıp çağrıyı cevapladım.
'Efendim Yeonjun?'
'Hayır bugün gelemem canım misafirlerimiz gelecekmiş akşam.'
'Tamam okul çıkışı alırsın o zaman beni.'
'Starbucks olur'
'Tamam canım görüşürüz.'
Telefonumu kapatmam ile bana meraklı gözlerini diken Seojun ile karşılaştım.
''Sevgilin mi?''
'Sanane?'
''Sadece basit bir soru sordum, terslemene gerek yok.''
Hah, triplere bak. Şimdi de haksız duruma düştüm. Oflayıp telefonumdan saatime baktım. Dersin başlamasına 6 dakika vardı. Tuvalete gidip elimi yüzümü yıkadım.
Sınıfa girmemle bütün gözler beni buldu. Tahtadaki yazılara bakmamla dersin İngilizce olduğunu anladım.
''Selam tatlım, yeni öğrencisin sanırım. Ben İngilizce öğretmeniniz Lee Chaeryeong. Yerine geçip kendini tanıtır mısın, İngilizce tabii ki.''
Sıra marifetlerimi göstermekteydi. Yabancı diller en iyi olduğum derslerdendi ve bu yeteneğimi anneme borçluyum. Küçüklüğümden beri Fransızca, Rusça, İngilizce, Çince, Japonca dersleri aldım. Rusça ana dilim tabii.
'İsmim Park Vien, Ailem Koreli ancak Rus'um. 15 yaşıma kadar Rusya'da yaşadım. Buraya Seul Güzel Sanatlar Lisesi'nden geldim. Bu kadar.'
''Vay canına, İngilizcen nasıl bu kadar iyi?''
''Kız yabancı, aptal!''
''Çok iyi konuşuyorsun''
''Kardeşin veya ablan var mı?''
''Neden o kadar iyi bir okuldan buraya geldin? Bu aptallık! Yani, orası Kore'nin en iyi liselerinden.''
Arka sıradan gelen saçma sorulara kısa cevaplar vererek yerime oturdum.
'Ablam var. Buraya gelmek kendi kararım değildi. Taşındık.'
''Anladım tatlım, Rusçan iyi olmalı. Her neyse, dersimize devam edelim gençler.''
Sıkıcı geçen 50 dakikanın ardından sonunda teneffüse girmiştik. Soo Ah ve Ju-Kyung yanıma gelip konuşmaya başladılar.
''Vien, okul çıkışı bir şeyler yemeye gideceğiz. Gelmek ister misin? Lütfen gel-''
''Lüüüüütfeeeğğnn''
Tam bir şey diyecektim ki sona doğru Ju-Kyung'un yaptığı aegyo ile reddetmeye karar verdim.
'Üzgünüm, başka bir planım var.'
''Sevgilisiyle buluşacak.''
Arka sırada bütün ders uyuklayan Seoun'un kafasını kaldırıp konuşması ile derin bir nefes aldım.
'Bu seni ne ilgilendirir?'
''Hiç, öylesine.''
Soo Ah ve Ju-Kyung şaşkınca bize bakarken telefonum çaldı. Ablamın aradığını görünce şaşkınlıkla ekrana bakarken hızlıca sınıftan dışarı çıktım.
'Sana beni okulda aramamanı söylemiştim!'
'Ya biri görseydi?!'
'Beni sakın bir daha okulda arama!'
Telefonu sinirle kapatıp tuvalete gittim. Elimi yüzümü yıkayıp dışarı attım kendimi. Bahçedeki boş bir banka oturup telefonumla uğraşmaya başladım. Yanımda oluşan kıpırtıyla başımı kaldırdım.
''Neden Park Chaeyoung'un ablan olduğunu herkesten saklıyorsun? Benim ünlü bir ablam olsaydı herkese hava atardım.''
'Bu öyle bir şey değil.'
''Anlatmak istersen dinlerim.''
Birkaç saniye sadece birbirimize bakışıp sessizce oturduk. Tam ağzımı açacakken yerinden kalkan o oldu.
''Sen bilirsin.''
'Han Seojun'
Arkasını dönüp giderken duraksayıp bana baktı.
'O benim sevgilim değil.'
''Tabii, öyledir.''
'Gerç-'
''Merak etme, kimseye söylemem. Ablanı da, sevgilini de. Beni ilgilendirmiyor. Umrumda değil''
Konuşmama bile izin vermeden hızlıca uzaklaştı. Bu neydi şimdi.
Fazla takmamaya çalışarak kafamı dinlemek için biraz gözlerimi kapattım.
''Selam.''
________________________________________________________________________________
OHA YENİ BÖLÜM ATTIM!!!
Şaka gibi geliyor. Uzuuun uzun bir süre yoktum. Artık tam gaz devam!
Nasılsınız, beni özlediniz mii??
ŞİMDİ OKUDUĞUN
euphoria | han seojun
Fiksi Penggemar'Ve ben, o gün seni asla kaybetmeyeceğime ve her zaman kalbimde yaşatacağıma yemin ettim Vien, sen başkasını severken, onu düşünürken ben senden asla vazgeçmeyeceğime yemin ettim. Asla kalbimden çıkmayacağına ve her zaman düşlerimde olacağına söz ve...