Sabah erkenden kalkıp yürüyüşe çıkmıştım. Kahvaltıdan önce ormanın içindeki kulübeme uğrayıp bitkilerin durumunu kontrol etmem gerekiyordu. Kulübeye girip kalan bitkileri kontrol ettim. Denediğim ilaçlarla ilgili notlar aldığım defterimi kontrol ederek eksik bitkilere baktım. Eğer yeni bir ilaç denemeye karar verdiysek bu denenen ilaçları da kullanabilirdik. Aslında üzerinde çalıştığım bir melhem vardı ama tamamlamak için ihtiyacım olan çiçek bizim topraklarımızda yoktu. Defterimi, sadece Su topraklarında yetişen bitkileri, birkaç ender bitkiyi ve yeni denediğim, diğer grupların haberi olmayan ilaçlarımı çantama yerleştirip hazırladım.
Ormanda dolanarak eve doğru yürümeye başladım. Babam ve abimden çok farklıydım. Onlar ormanda dolaşmayı bırak, ormana girmeyi bile sevmezlerdi. Sadece gerektiği zaman, denize girebilmek için, girerlerdi ve o zamanlarda da ne kadar şikayetçi olduklarını dile getirmekten asla çekinmezlerdi. Onlardan bu kadar farklı olmam iyi miydi kötü müydü bilmiyordum ama bu halimle ne kadar mutlu olduğumdan hiç şüphem yoktu. Mutluydum gerisi önemli değildi.
Eve vardığımda abime fark ettirmeden odama geçmekti amacım. Ancak kapıyı kapatıp arkamı döndüğüm an abimi koltukta oturur halde görmem beni beklediğini apaçık gösteriyordu. Gülümseyerek yanına yaklaştım ve yavaşça yanına oturdum. "Hyung, ne yapıyorsun burada?"
"Bunu benim sana sormam gerekmez mi Tae? Kaç defa söyleyeceğim sana sabahın köründe girme şu ormana diye?" Sonlara doğru yükselen sesiyle kafamı hafifçe önüme eğdim.
"Ama hyung kahvaltıdan hemen sonra Kim Seokjin'in yanına gideceğim. Bitkilerimi, ilaçlarımı falan toparladım o yüzden gittim. Hem oyalanmadım bile, hızlı hızlı gittim geldim." Başta kısık çıkan sesim sona doğru normale dönünce kafamı kaldırdım ve ona baktım. Beni düşündüğü için söylediğini biliyordum ama yapabilecek bir şeyim yoktu, ben şifacıydım ve ormanda çalışıyordum ve ne kadar tehlikeli olsa da gitmem gerekiyordu. Abim de bunu bildiği için fazla büyütmedi.
"Tae oraya gitmene bir şey ediğim yok zaten gitmen gerektiğini de biliyorum ama en azından bana haber ver ya da askerlerden bir iki kişi al yanına. Orası tehlikeli ve bunu sen de biliyorsun, yalnız ve habersiz gitmeni istemiyorum sadece." Konuyu tatlıya bağladıktan sonra kahvaltı hazırlamaya başladık.
Abimle ikimiz birlikte yaşıyorduk. Burası krallık gibi bir yer olmadığı için saray tarzı bir yer yoktu. Herkes gibi biz de tek katlı, gayet sade ve tatlı bir evde yaşıyorduk. Tabi görüşmelerin yapıldığı, toplantıların olduğu vs. bina farklıydı, orası üç katlı, geniş, büyük bir binaydı. Abimle aramızda beş yaş vardı ve yedi yıldır da annemle babamdan farklı evde yaşıyorduk. Kahvaltıyı hazırladıktan sonra her zamanki gibi abim Prens Yoongi hakkında konuşmaya başladı. Zaten asla dilinden düşürmüyordu.
"Eğitimleri Yoongi yönetecek ve bazılarına ben de katılacağım. Mesela bugün birlikte gideceğiz askerlerle. Acaba nasıl davranacak. Dün gördün zaten babam yanımda olunca yüzüme bile bakmıyor. Ama yalnızken falan gayet yakın, sıcak davranıyor. Çok kibar bana karşı, zaten herkese karşı öyle ama sinirli falan olunca yanında durmak istemezsin, korkunç bir adama dönüşüyor. Offf acaba o ne düşünüyor benim hakkımda? Sence ne düşünüyor?" Sorusu üzerine dün gördüklerimi düşündüm biraz.
"Hyung bence o da sana karşı boş değil. Gözlerini kaçırıyor, toplantı boyunca çaktırmadan sana bakıp durdu. Yani öyle özgüvenli, başı dik birinin sana bakarken çekinmesi ya da ne bileyim göz kaçırması normal bir davranış değil. Sadece bir kere gördüm net bir şey söyleyemem ama bence öyle."
Söylediklerimden sonra hafifçe gülümsemeye başladı ve yanakları kızardı. Abim cidden Yoongi'yi çok seviyordu. Ettiğim iki cümle yüzünden utançtan kıpkırmızı olmuştu ve çok tatlı gözüküyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ateş ve Su | Taekook
FanficYıllardır barışın hakimiyet sürdüğü, insanlardan habersiz yaşamlarını sürdüren dört farklı elemente hükmeden kasaba... Ateş, su, hava ve toprak.