***
Sabah kalkıp kulübedeki malzemelerle ufak bir kahvaltı hazırladım. Abim dün ağlamaktan yorgun düştüğü için hala uyanamamıştı. Kahvaltıyı hazırladıktan sonra onu uyandırdım ve birlikte yedik. Atlarımıza binip abimin evine doğru yola çıktık. Dün ben abimi aramaya çıktıktan sonra benden de haber alamadıkları için daha da merak etmiş olabilirlerdi ya da onu bulduğumu düşünmüşlerdi. Bilmiyordum.
Abimle yaşadığımız eve girdik ve ikimiz de kendimizi duşa attık. Duştan çıkıp hazırlandıktan sonra babamın yanına gitmeye hazırdık. Babamın dairesinin önüne geldiğimizde askerler hemen babama koşup geldiğimizi haber verdi. Belli ki geceden beri bizi arıyorlardı.
Kapıyı çalıp babamın odasına girdik. Babam telaşla bize doğru gelip ikimize birden sarıldı. Hayli korkmuş olmalıydı. Ama gruptan çıkmadığımızı biliyor olmalıydı çünkü kapılarda görevliler vardı ve eğer çıkmış olsaydık ona kesinlikle haber gelirdi. Yine de buradaki ormanlar çok da tekin olmadığı için orman konusunda endişelenmiş olabilirdi.
"Neredeydiniz geceden beri? Her yerde sizi aradık. Ne kadar merak ettiğimi tahmin bile edemezsiniz."
Babamın sarılmasından sonra koltukta oturmuş ağlayan annem de koşup ikimize birden sarıldı. Saçlarımızı boyunlarımızı öptü, kokladı. Onları bu kadar merak ettirip üzdüğüm için kötü hissettim ama abimle ilgilenirken aklıma gelmemişti.
"Biraz kafa dinlemek için Tae'nin ormandaki kulübesine gittim. O da orada olduğumu tahmin edip yanıma geldi. Geceyi birlikte geçirdik. Korkulacak bir şey yok sakin olun." dedi abim kısık ve yorgun bir tonda. Dünden beri ağlıyordu ve sabah fark ettiğimiz kadarıyla biraz sesi kısılmıştı. Aynı zamanda gözleri de kıpkırmızıydı.
"Dün söylediklerim için çok özür dilerim oğlum. O an sana gelecek lafları, eleştirileri durduramayacağımı; seni koruyamayacağımı düşündüm. Üzüleceksin ve buna engel olamayacağım, gücüm yetmeyecek sandım. O yüzden sinirlendim ve ne dediğimi gark edemedim. Gerçekten çok özür dilerim oğlum." Babamın kırık ve üzgün sesi gerçekten pişman olduğunu ve bilerek söylemediğini kanıtlar gibiydi.
Abime döndüğümde gözlerinin dolu olduğunu gördüm. Babamın boynuna sarıldı ve sessizce ağlamaya başladı. Dünden beri ağlamadan durduğu 5 dakika yoktu zaten. Onlar ağlayıp sarılırken kapı çaldı. İkisi de önce yüzündeki yaşları sildi, üstüne baktı sonra babam gir komutunu verince nöbetçi asker içeri girdi.
"Lider Kim," önünde eğilip selam verdi. "Prens Yoongi geldi. Sizinle ve başasker Jimin'le görüşmek istediğini söyledi."
Hepimiz birbirimize şaşkın bakışlar atmaya başladık. Abim kaşlarını çatarak anlamaya çalıştı. Ne işi vardı ki Yoongi'nin burada? Biz ne olduğunu anlayamamışken babam askere gelmesini söyledi ve kısa süre sonra Yoongi odadaydı. Endişeyle içeri girdi, babama kısaca selam verdi.
"Merhaba Lider Kim. Kusura bakmayın habersiz geldim ama önemli bir mevzu var bildiğiniz üzere. Biraz Jimin'le konuşabilir miyim?" Babam önce kaşlarını çattı. Reddedecek gibi duruyordu. Tam ağzını açıp bir şey söyleyecekken abimin ona olan bakışlarını gördü ve anlık bir duraksama yaşadı. Abime döndüğümde izin vermesini ister gibi bakıyordu, hatta 'lütfen izin ver' der gibi.
"Bu kadar şey duyulduktan sonra baş başa kalıp konuşmanız daha da yanlış anlaşılır. Ama anladığım kadarıyla benim önümde konuşmak istediğiniz bir mesele de değil." Biraz durup düşündükten sonra bana döndü, biraz süzdükten sonra Yoongi'ye dönüp lafına devam etti. "Taehyung ve Jimin'le birlikte toplantı odasına geçip orada konuşabilirsiniz. Fazla uzun sürmesin." dedi ve arkasındaki masasına dönüp koltuğuna oturdu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Ateş ve Su | Taekook
FanfictionYıllardır barışın hakimiyet sürdüğü, insanlardan habersiz yaşamlarını sürdüren dört farklı elemente hükmeden kasaba... Ateş, su, hava ve toprak.