Gözlerini açtı. Her zaman ki tavanı selamladı onu. Yatakta yavaşça doğruldu. Yatağının hemen yanındaki komodinin üzerinde duran telefonunu açtı. Her akşam yatmadan önce kapatırdı. Dün sabah ise telefonuna hiç bakmadan kendini sokağa atmıştı. Sahilde dolaşmış, sonra da eve gelip bir çocuk gibi hıçkıra hıçkıra ağlamıştı. Telefonuna ne bir bildirim gelmişti ne de bir mesaj. Dün akşam ki sorusunun cevabını aldığını hissetti. Yalnızca evi değil telefonu da yalnızdı artık. Tıpkı sahipleri gibi. Evet yalnızdı. Kuduz bir köpek kadar yalnızdı hem de. Bu düşünceler doğrulduğu yatağına geri devirmişti onu. Yine aynı komodinin üzerinden çakmağını ve sigarasını aldı. Yatakta mı içecekti? Evin her yerine sigara kokusu sinmişti zaten. Burası da koksa kıyamet kopmazdı herhalde. O şikâyetçi değilse bu durumdan başka kim şikâyetçi olabilirdi ki? Evine gelen gidenler varmış gibi bunları düşünüyordu. Oysa telefonu bile çalmayan yalnız bir adamdı o. Derin derin nefeslerle sigarasını da bitirdi. Banyoya gitti. Aynada, ağladığı için şişen gözlerine baktı. Kömür karası gözlerinde nefreti gördü. Nefretine sakinliğiyle meydan okudu. Bir insan hayatından, kendinden nasıl bu kadar nefret edebilirdi? Bir kez daha sakinliğini korumayı başarmış mutfağın yolunu tutmuştu. Nefretle arkasından bakan aynayı unutmaya çalışıyordu. Mutfaktan bir bez aldı. Bezi önce yıkadı sonra iyice suyunu sıktı. Dün yumrukladığı duvarın önündeki çalışma masasının yanınsa durdu. Duvardaki kan lekelerini silmeye çalıştı. Ama kan duvarda tüm gece durduğu için kurumuş, sertleşmişti. Lekelerin çıkması için bezi daha çok bastırmaya başladı. Ama bastırdıkça elleri acıyordu. Bu yüzden daha fazla dayanamadı. Aynadaki nefretin aynısı yerleşti gözlerine. Elindeki nemli bezi bıkkınca duvara fırlattı. Odasına gidip üstünü değiştirdi. Günlerdir aynı kot pantolon ile kazağı giyiyordu. Bir an durdu. Nereye gideceğini düşündü. Biraz yürümek iyi gelirdi belki de. Telefonunu yanına almadı yine. Şarja takıp çıktı evden. Zaten kimse arayıp sormuyordu. Aslında kapıyı bile kilitlemek gelmiyordu içinden. O kadar da uzun boyu değil. Kapıyı kilitledi ve başladı yürümeye. Her zaman ki gibi düzenli ve hızlı adımlarla. Ara sokakları bu şekilde hızlıca geride bırakabiliyordu. Varyantın sonuna doğru bir sigara yaktı. Yürümeye başladığından beri içmiyordu. Geç bile kalmıştı. YKM'nin önünden geçerken ellerinde telefonlarıyla bekleyen onlarca insan gördü. Dün akşamdan beri şiddetle ağrıyan yalnızlığı nüksetmişti yine. Keşke bu duyguları da sokakları bıraktığı gibi ustaca geride bırakabilseydi. Biraz yavaşladı. Saatine baktı. Saat; on yirmi dört. Yaklaşık kırk dakikadır yürüyordu. Çok fazla yürüyordu bu sıralar. Hep "Biraz yürümek iyi gelir herhalde" diye düşünerek başlıyordu yürümeye. Ancak iyi gelmiyor olacak ki hala yürümeye ihtiyacı vardı. İşte Konak Meydanı'ndaydı. Saat Kulesi tüm ihtişamıyla karşısında duruyordu. Etraftaki insanların attığı kuşyemlerini yemeye çalışan güvercinlerin arasında kahraman rolünü kapmış bir çocuk koşuşturuyordu. Hayattan en çok o keyif alıyor olmalıydı. Bir süre hayran gözlerle çocuğu izledi. Hem de bunu yaparken ayakta dikilmişti. Sonra boş bir banka yerleşti sakince. Aklı o çocukta, o sarı saçlarıyla koşuşturan kız çocuğunda kalmıştı. Zor da olsa kız çocuğunu bir kenara bırakmaya çalıştı. Her deniz kıyısına gelişinde yaptığı gibi Ege'ye baktı. Dalgalarını inceledi. Halini hatırını sordu. Dün akşamki halini düşününce denizin çok sakin olduğu kanısına vardı. Önce not defteri ile dolma kalemini sonra Marlboro'sunu çıkardı siyah montunun iç cebinden. Son kaldığı sayfayı açıp bir sigara daha yaktı. Karşıdan gelen güzel bir kadın gördü. Gözlerini alamadı bir türlü uzun, dalgalı ve siyah saçlarının daha çekici yaptığı bu kadından. Bembeyaz tenini yakası biraz açık olan gömleğinin arsından görebiliyordu. Üzerinde Harley-Davidson motorcularının giydiklerini andıran bir deri mont vardı. Önü açıktı ama. Güneşi görüp aldanmış olmalıydı. Hastalanmasın sonra? Daha beş saniye önce gördüğü kadını bu kadar ince ayrıntılarıyla düşünmeye başlamıştı şimdi de. Her adımında yaklaşıyordu güzel kadın. Gülümsedi bankta sigarasını içmekte olan yalnız adama. O kadar içtendi ki; adam her düşünceyi bırakıp lunaparka gelen bir çocuk gibi sırıtmaya başladı. Sonunda geldi ve yalnız adamın oturduğu bankın boş kısmına oturdu deri montlu kadın.