...Tanıştığımız ilk gün... İnadına geç uyumuştum. Normalde ikinin etraflarında dolanan akrep dördü gösteriyordu artık. Saatlerdir bir sayfasını bile okuyamadığım kitabı kapatırken gurur duyuyordum kendimle. Gereksiz bir yarış, yarışanı yalnızca ben olan bu yüzden de anlamsız bir iddialaşma. Yarın okula gitmemeye kararlı yatmıştım hal böyle olunca. Annem beni o bakışla kaldırmasaydı eğer. Üç saat bile olmamıştı ben başımı yastığa koyalı. Annemin de acelesi vardı, söylenmesin diye okul formalarımı dolaptan çıkardım. Gömleği giyerken annemin dış kapıyı çektiğini duydum ve... Kendime geldiğimde pike yerlerde sürünüyordu, altımda pijama üstümdeyse daha dün ütülendigi halde kırış kırış olmuş beyaz üniformamla kitabımı düştüğü yerden almaya çalışıyordum. Okula gitmemeyle ilgili her şeyi unutmuştum. Midemi bastırmak için ağzıma attığım ekmeği yutmaya çalışırken pantolonumu giyiyor, dişlerimi fırçalarken de yerdeki pikeyi yatağın üzerine fırlatıyordum. Okulumla evim yakın olduğu için ilk defa sevinmiştim bu kadar. Dış kapıyı anahtarla uğraşıp zaman kaybetmemek için tüm gücümle çarptım ve büyük ihtimalle tüm mahalleyi uyandıracak sesten koşarak uzaklaştım. Yapraklar ayaklarımın altında çıtırdıyordu. Çıtırdamayan yapraklara geri dönüp tekrar basmak istiyordum ama koşmaya devam ettim. Rüzgar mahvettiğim gömleğimi ütülüyor, inek yalamışa dönmüş saçlarımı tarıyordu. Bir şey daha vardı ama. Bir ses... Sonunda okul kapısı görüş alanıma girdiğinde onu gördüm.
Çantasının bir kolu omzundan çıkmış, eteğinin her yanı toz ve yaprak olmuştu. Öyle gürültülü ve tiz bir sesle ağlıyordu ki kendini duyamadığını düşündüğümü hatırlıyorum ona doğru yürürken. Birkaç kez seslendim ama beni fark etmeyeceğini anlayınca çantamın diplerine gömülmüş ve kullanılacağı günden ümidini kesmiş mendili çıkarıp yanına oturdum. Ne kadar zaman geçti bilmiyorum. Ağlamasını dinledim. Neden ağladığını düşünürken çantasının fermuarının yere her sürtüşünde çıkardığı ses dikkatimi dağıtıyordu. Biraz daha zaman geçip de hıçkırıklarının yerini burun çekişler alınca ona baktım. Gözyaşlarının patlattığı gözleri gözlerime değince kalbim o kadar hızlı attı ki kıpırdamaya korktum. Mendili hatırlayınca hemen ona uzattım. Mendili aldı. Yüzü öyle kırmızıydı ki. Hala unutamıyorum o günkü yüzünü. "Kıpkırmızı oldun!" dedim gayriihtiyari. Şaka yapmak istemiştim ama korkmuş göründü. Gözlerime öyle bir baktı ki kalbim daha da hızlı atmaya başladı. Başını iki yana sallayıp sağ eliyle kulağına dokundu. Sonra hala mendili burnuna tuttuğu halde bir çarpı işareti yaptı. 'Hayır, kulak, x' dedim içimden. 'Ne?'
Ah! Tam bir aptaldım ben. Çok utanç vericiydi bu. Kalbini kırmış olmaktan korkarak baktım ona. Bana bakışı öyle hissettirmiyordu ama. Aslında...
Kalemliğimden bir kırmızı kalem çıkarıp ona gösterdim sonra yanaklarını işaret ettim. Doğrusu bu kırmızı kalemlerin işe yaramaz olduğunu düşünmüştüm hep. Yanılmışım. Ellerini yanaklarına koyup panikle başını iki yana sallayışı öyle komikti ki! Bir kez daha yüzüne bakıp kahkahalara boğulmadan önce ancak benim yüzümün de onunki kadar kızarmadığını umacak kadar dayanabildim.