2- Sevgili Günlük

850 124 122
                                    

xx / xx / xxxx

AH TANRIM! Buna yıllar geçse de inanamayacağım. Bugün. Rehine. Oldum. Şu anda bunu sanki Wooyoung'ın nedimesi olmuşum gibi anlatıyor olabilirim ama asla içimdeki korkuyu açıklayamam. Kalbimin ağzımda attığını hissettim. Sanki berbat bir kâbusun ortasında gibiydim.

Tabii, Bay Ultra Yakışıklı beni kurtarmasaydı ya da o piç organ mafyası gerçekten de böbreğimi almak için beni ameliyat masasına yatırsaydı on yıl günlük yazmayı bırak, nefes dahi alamazdım.

Bu sıralar Seul çok karışık. Lanet bir seçim dönemindeyiz. Her yerde baskınlar, cinayetler, katliamlar ve skandallar yaşanıyor. Açıkçası, evde tek olmaya bile korkuyordum günlerdir. Ama bu lanet beni okulda yakaladı. Bir yandan buna çok müteşekkirim çünkü Bay Ultra Yakışıklı'nın evimde beni kurtarması imkansız.

Aynı zamanda ciddi olacak olursak, şahsi olarak benim peşimde olunmaması ve kalabalığın arasında gümbürtüye gitmem beni rahatlatıyor.

Ah zil çalıyor, Tanrım Woo'nun cırtlak sesini duyabiliyorum. Ona en başından haber vermemeliydim sanırım....

İyi geceler sevgili günlük.

•••

"Geliyorum!"

Yunho derin bir nefes vererek dış kapıya yürürken Wooyoung rahat durmadan San ile konuşmaya devam ediyordu. Buna konuşmaktan çok azarlamak da denilebilirdi.

"İstemiyorum!!"

"Özür dilerim bebeğim seni bir daha yalnız bırakmayacağım."

"Tabii ki de bırakmayacaksın San! Biricik sevgilin kurda kuşa yem mi olsun ha?!"

"Ama güzeli-"

Kapının açılması ile didişen ikili duraklamıştı. Yunho muzip bir ifadeyle az önceki konuşmalara kıkırdarken sesini incelterek büyük olanı taklit etmeye başladı.

"Ama Wooyoungieee~~"

Wooyoung çimdiklerini Yunho'nun karnına geçirdiğinde Yunho gülerek karnını tuttu. San ise dış kapıyı kapatıp gözlerini devirirken salondaki koltuklardan birine attı kendini.

Choi San, Seul'deki saygın iş adamlarından birisiydi. Wooyoung onu kendine nasıl aşık etmişti bunu gerçekten kimse bilmiyordu ama bu ikisinin birbirleri için yaratıldığını reddeden tek bir kişi bile çıkmamıştı.

Wooyoung ise Fransızca tercümanıydı. San ile de, San'ın başı Çinli bir iş adamıyla derde girdiğinde tanışmışlardı. Hayır Wooyoung Çince bilmiyordu. Çinli iş adamıyla arkadaş çıkmışlardı...

Yunho mutfağa yürürken arkasındaki ikiliye döndü.

"Ne içiyorsunuz bakalım?" San ve Wooyoung tam cevaplamak için ağızlarını açtıkları sırada Yunho parmaklarını şıklatarak laflarını kesti.

"Ah evet Woo sıcak çikolata ve San da filtre kahve. Çocuklar gerçekten her an şu tatlı uke sert seme rolüne uymak zorunda mısınız?"

Wooyoung ve San aynı anda omuz silktiğinde Yunho da başını iki yana sallayarak mutfağa girdi.

Gecelerinin geri kalanı ise Yunho'nun yaşadıklarını tekrar tekrar anlatması ve Wooyoung'ın ona ettiği tembihlerle geçecek gibiydi...

•••

Mingi elindeki eldivenleri sıyırıp atarken kalçasını masaya dayadı. Ayaklarının dibindeki beden kan kaybından titriyordu. Ağzına yerleşen yarım ağız bir sırıtmayla güldü.

"Bak sen şu işe... Hayat ne kadar da tuhaf değil mi? Daha düne kadar onca masum insana korku salıyorken şimdi..." Mingi lafını yarıda kesip parlak ayakkabılarını, suratı korkudan mosmor olmuş adamın bacağındaki yaraya bastırdı ve onun keskin çığlığına aldırış etmeden devam etti.

"şimdi burada, ayaklarımın altındasın. Çok yazık..."

Odada genç adamın haz dolu kahkahası duyulduğunda yerdeki kurbanı da zorlukla kıpırdanıyordu.

Mingi'nin gözleri, dayandığı masadaki kesici aletlerin parlak yüzeyleri üzerinde geziyordu. Parmakları bir kemik sıyırma bıçağı üzerinde durduğunda başını iki yana salladı.

"Öldürdüğün insanların hepsinden haberim var. Onları nasıl öldürdüğünden de, hangi bıçakları kullandığından da... Şimdi söyle bana. Yaşattığın kaderlerden hangisini yaşamak istersin?"

Loş ışığın zorlukla aydınlattığı odada Mingi'nin sağ tarafı aydınlıktı sadece. Altındaki zavallıya yukarıdan bakıyordu ve tam bir Tanrı gibi gözüküyordu.

Bir solucan gibi kıvrılan adam ağzındaki kanı tükürerek sırıttı. Ne yaparsa yapsın acizdi ve tek çaresi düşmanını çileden çıkartmaktı.

"Bunların, hepsi... O güzel çocuğu ürküttüğüm için mi ha?" Omuzları o gülerken sarsılıyordu.

Mingi'nin çatılan kaşları arasında o da son cümlesini devam ettirdi.

"Bu kadar değerli olduğunu bilseydim, onu karşına iki parça olarak çıkarmayı tercih ederdim"

Lafını bitiren adam boğazında hissettiği ayakkabı tabanlarıyla yüzündeki sırıtışı silivermişti. Öksürmeye çalışırken bir yandan kurtulmayı deniyordu.

Mingi sanki umudu olmadığını belli ederek başını salladığında, onun gözlerine de korkuyu salmıştı.

"Hwa!" Diye seslendi kulübenin dışına doğru.

Mingi'nin sesini duymasıyla açılan kapıdan içeriye yapılı ve uzun boylu bir karartı süzülmüştü.

"Bunu tekli hücreye kapatmanı istiyorum. Kan kaybından yavaş yavaş geberecek."

Seonghwa dilini dişleri üzerinde dolandırırken Mingi çoktan kulübeden çıkmıştı.

Judas  // YunGiHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin