8. BÖLÜM: BİR HIRSIZLIK VAKASI

31 2 0
                                    

"Çıkabilirsiniz çocuklar" dedikten sonra ilk önce öğrencilerin çıkmasını beklemiş, onlar çıktıktan sonra da Eşyalarımı toparlayıp ben de dışarı adım atmıştım.

Adımlarım alışkanlıkla evimin önünde durduğunda çantamı kolumda sabitlemiş ve çıkardığım anahtar ile kapıyı açmıştım.

Yorgunlukla içeri girdiğimde havaların artık soğumaya başlamasından mütevellit üzerime aldığım ceketimi askılığa asmış ve kendimi hızlıca salondaki kanepeye bırakmıştım.

Birkaç dakika saf saf tavana baktıktan sonra kendime çay koymak için ayağa kalktım.

Normalde de çayı severdim ama çok fazla içen bir insan değildim. Fakat Trabzon'a geldikten sonra resmen çay düşkünü olup çıkmıştım.

Bir de İnegöl'de genel olarak kendimize sallama çay falan yapıyorduk. Fakat bunu çay bitkisinin anavatanı Karadeniz'de yaptığınız zaman insanların ayıplayan tavırlarına maruz kalabiliyordunuz. Bu insanlar gerçekten de topraklarında yetişen bu bitkiye triyaki derecesinde bağlıydı ve Elbette ki bu bağlı oldukları şeye hakaret gelmesini kaldırabileceklerini düşünmek büyük ayıp olurdu.

Ben bunları düşünürken çay suyu çoktan kaynamış tı. Ocağın altını kapattıktan sonra fincana su koymuş ve akabinde Çayı da eklemiştim. Daha sonradan çayın içine 4 kaşık toz şeker eklemiştim. Hayatımda ilk defa şekerli çay içtiğim günden beri bir daha şekersiz çayın tadını aramaz olmuştum. Üstelik bir iki tane şeker de yetmiyordu. En az 4 tane koymam lazımdı. Üst sınır ise yoktu, Ne kadar koyabilirSem koyardım işte.

Fincanımı iki kişilik masamın üzerine koyduktan sonra dolaplarda tatlı bir şeyler var mı diye aramaya koyulmuştum.
Çayımın içine yüz tane bile şeker atsam yanında tatlı bir şey olmadan rahat edemiyordum. Allah korusun, bu gidişle Şeker hastası olup çıksam şaşırtıcı olmazdı.

Dolapta bulduğum küçük browni kekleri paketlerinden çıkarıp tabağına koyduktan sonra Onları da masanın üzerine bırakmış ve sandalyeme yayılmıştım.

Tam güzel güzel keyfime bakacağım sırada sanki bunu bozmak istiyormuş gibi ısrarla çalan kapı benim isteksizce ayağa kalkıp oraya doğru yönelmeme sebebiyet vermişti.

Kapıyı açtığımda gördüğüm kişiyi kesinlikle beklemiyordum. Mert Bey'in kız kardeşi ve benim de yakın arkadaşlarımdan biri haline gelmiş olan Gülseren, kapı önünde bana bakıyordu hafif mahcup bir tavırla.

"Kusura bakma Azra Abla Bizimkiler pazara gitmişlerdi. Ağabeyimle ben de dışarı çıkmıştık. Şimdi ikimizde de anahtar olmadığı için kapıda kaldık ağabeyim dışarıda ama ben gelebilir miyim? Teyzelerin evine de gitmek istemedim."

"Lafı mı olur Gülseren. Buyur İçeri. Hatta ağabeyine de söyle dışarıda durmasın boşuna, Hava çok soğuk."

Evet... Ben, İslam'ın emirlerine tamamen riayet edeceğine söz veren Azra Demirel... Az önce Nefsime yenik düşüp bu sözleri söylemiştim. Aslında bu sözleri Gerçekten iyi niyetle söylemiştim. Kalbim Gerçekten bu konuda iyilik ile doluydu. Fakat Nefsim... İşte nefsim beni yanıltıyordu. Nefsim delice onun yanımda olmasını arzularken kalbim sadece iyilik ile dolmak istiyordu. Ve ben ikisinin arasında geçen bu çetin savaş sonucunda kazanan tarafa uymakla yükümlüydüm.

Ben böyle dedikten sonra Gülseren hafif tereddütlü bir şekilde bana baksa da sözümün üstüne bir söz söylemeden gidip ağabeyine haber vermişti.

Tekrar geri döndüğünde Mert Bey de onun Ardında çekingen bir şekilde ayakkabılarını çıkararak evime girmişti.

O içeri girdiğinde zaten bozulmamış olan üzerimi bir kez daha düzeltmiş ve başörtümü de kontrol etmiştim.

Yayımlanan bölümlerin sonuna geldiniz.

⏰ Son güncelleme: Jun 24 ⏰

Yeni bölümlerden haberdar olmak için bu hikayeyi Kütüphanenize ekleyin!

"ÖĞRETMEN HANIM"Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin