1945

417 47 69
                                    

Bu bölüm Hyunjin ve Yongbok için yazılan bir özel bölümdür. Kitaptaki kurgudan büyük ölçüde bağımsız fakat benzer noktalar içeriyor.

1945, Fransa

İçimdeki hisleri daha ne kadar yazıya dökebilir, daha nereye kadar artık bitmeye yüz tutmuş bu eski defteri elimden bırakmamakta diretebilirdim bilmiyordum. 18 senelik kısa hayatımda çok fazla olay yaşadığımı düşünüyordum, bu yüzdendi belki de yaşadıklarımı yazmama olan hevesim. Dünyayı en güzel zamanlarında gördüğüm söylenemezdi, en boka battığı senelerdeydik.

Yaşadığım yüzyıl kesinlikle fazlasıyla boktandı. Irkçılık, soykırım, fakirlik, açlık, savaş ve daha nicesi. 1940'larda yaşamak fazlasıyla meşakkatli bir olaydı. Ve ben fazlasıyla şanlı bir insandım. Ölümle yüz yüze olduğum anlar epeyce fazladır, hatta artık birisi kafama silah doğrulttuğunda o kadar korkmuyorumdur bile. Yine de hayal etmeden duramıyorum, savaşın olmadığı bir yüzyılda yaşamak nasıl hissettirirdi? Bir gece yatağımda bombalanmaktan korkmadan rahatça uyuyabilmek nasıl hisettirirdi mesela? Merak ediyordum.

İleride, eğer ki dünya bu yüzyılda yok olmazsa tabii ki, insanlar yaşanan tüm bu felaketleri ve bu felaketler arasındaki beni bilsin tanısın istiyordum. İleride bir gün bir adamın çıkıp da milyarlar diyerek bahedeceği ölülerden birisi olmak istemiyordum. Gerçeği ne önemi vardı ki? Büyük ihtimalle 30'larımı göremeden ölecektim.

"Hyunjin ne yapıyorsun orada?"

Ah evet bu yüzyıla dair sevdiğim şeylerde vardı tabii, daha doğrusu sevdiğim tek şey diyebilirim. Biricik sevgilim. Onunla tanışmamış olsaydım ne yapardım bilmiyordum. Boşverin gelecekte yaşamak istiyorum zırvalıklarımı, Yongbok yanı başımda olmadıktan sonra yaşamanın ne anlamı var ki?

"Seni düşünüyorum. Acaba bu akşam sana hangi şiirimi okusam diye."

Bu söylediğimden sonra yüzünde usulca bir gülümseme oluşmuştu. Tanrı biliyor ya deli gibi aşıktım bu çocuğa. Yanıma gelmiş ve benim gibi pencerenin önüne oturmuştu, tek odalı denebilecek kadar küçük bir evde yaşıyorduk. Kimsesizdik ikimizde. Defterimi kapamış ve kollarım arasına almıştım onu, kollarım arasına sığacak kadar ufaktı bedeni. Yüzünü ekşitmişti biraz. Ağrısı vardı büyük ihtimalle, benim güzel sevgilimin sırt ağrıları oluyordu genelde.

"Sana masaj yapmamı ister misin?"

Başını iki yana sallamıştı yavaşça pencereden dışarıyı izlerken.

"Bu şekilde dursak yeter."

Tebessüm etmiş ve saçları arasına küçük bir öpücük kondurmuştum. O çok güzeldi, her şeyiyle kusursuzdu ve benim için yaratılmıştı, veya ben onun için yaratılmıştım. Herneyse işte.

Onunla ilk kez Polonya'da tanışmıştım. Bir toplama kampında. Auschwitz'de. İkimizde çizgili pijamalar giyen yahudi çocuklardık. Onu ilk gördüğüm an tek düşündüğüm bu cehenneme ait olmadığıydı. O öylesine narin ve kırılgandı ki ona dokunan her bir askeri öldürmek istemiştim. Ben pis ellerimle ona dokunmaya bile utanırken doktorların ona yapmaya çalıştığı deneyler kafayı yememe sebep oluyordu. Çalıştığı diyorum çünkü çok kalmamıştık orada.

Her seferinde kaçacak yollar arıyordum. Deli gibi öldürülmekten korkuyordum. Bilirsiniz korku bir insanı acizleşirir ama aynı zamanda bir insanı delirtede bilir. Öldürülmek kadar Yongbok'un acı çekmesinden de korkuyordum. Beni delirten asıl şey de bu olmuştu zaten. Yongbok'un kardeşi de benim gibiydi. Seungmin. Onun gözü daha da dönmüştü. Özellikle tüm ailesinin öldüğünü öğrendikten delirmişti. Bir gece ben, o, Yongbok ve tanımadığımız bir oda dolusu çocuk kokuşmuş yataklarda uyumaya çalışırken bana buradan kaçacağını söylemişti, kaçacaktık.

Auschwitz // HyunlixHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin