Aşkı her insan farklı şekillerde anlatır. Bazıları için bu koca bir saçmalıktan ibaretken, bazıları içinse bir hayattı.
Ben aşkı nasıl anlatacağımı bilmiyordum; bir zehir gibiydi, siz daha ne olduğunu anlamadan sızardı ruhunuza, kalbinize ilmek ilmek işlerdi kendini. Siz ondan kurtulmak için her yolu denerken bir bakmışsınız, avucunun içinde öylece dönüp duruyorsunuz.
İnsana her bir duyguyu öğretebilirdi bu duygu; yaşamayı, acı çekmeyi, sevmeyi. Herkes için farklı anlamlar taşırdı ancak maksadı her aynı olurdu, bir av bulmak.
O avlardan bir tanesiydim, öylece hislerimin içinde dönüp duruyordum ve o dönüşlerin her birinde bir yaşam arıyordum. Hangi hislerin içinde dolaştığımın bile farkında değildim, bana sunulan boşluğun içinde gezip durmayı tercih etmiştim.
Oradan asla kendi çabamla çıkamayacağımın farkındaydım, çünkü bazı duyguları sadece kendiniz olarak yenemezsiniz, bir şövalyeye ihtiyaç duyarsınız. Ben de o boşluğun içinde beni karşılayacak şövalyeyi beklerken hayatımın düzenini tamamen dağıtmıştım, kendi isteğimle. Bu, benim için bir sözdü, kendime verdiğim bir söz.
Kendime verdiğim sözleri hep yıkardım, çünkü çoğu zaman sınırları sevmezdim. Sınırların ötesi bana daha cazip gelirdi ve verdiğim sözleri de o sınır gibi görürdüm, onu birçok zaman aşardım. Ancak bu sefer o sınırın ötesine geçme sözü vermiştim kendime, vazgeçmek gibi bir niyetim yoktu.
İşte o sınırı ötesine geçtiğimde zihnimin beni davet ettiği ve döndürdüğü boşluğun içindeki o şövalyeyi buldum. Bana, dünyanın en güzel bakışlarıyla bakıyordu, her bir kelimesi ruhuma işliyordu kendini. Kayboluyordum, ona baktığım her an, göz bebekleri benim kahvelerimle karşılaştığı her an, yeni bir yaşam doğuyordu zihnimin hapishanesinde.
Gözleri gözlerimle kesiştiği ilk an, hayatımının en güzel yerini ayırmıştı kendine ve orada bana nefes verecekti. Hayatımda öyle özel bir yer kapsıyordu ki, bana sunduğu gülüşünü gördüğüm her an yeniden doğardım sanki. Ona hissettiklerimin tarifi yok gibiydi, hiçbir şekilde anlatamazdım, kelimelerim her çabalamamda yok olurdu, bir tek ben ve duygularım kalırdı.
Beni kollarında sarıp sarmaladığı bu iki saat benim için bir rüyadan bile ötedeydi. Sadece bu anın içinde kalmak istiyordum, hiç bu an bitmesin istiyordum.
Saçlarımda gezindiği elleri, omzuma doğru indiğinde omzumu hafifçe okşadı ve burnunu saçlarımı dayadı, derin bir nefes çekti içine. Ben ise onun kollarının arasında mutluydum, sadece yüzüme yerleştiğim tebessüm ile beraber onun her hareketini izliyordum. Dudaklarını saçlarıma bastırıp oraya bir öpücük bıraktığında derin bir nefes verdim.
Ona çenemi göğsüne dayayıp alttan alttan baktığımda bana gülümsedi ve "Bebeğim," dedikten sonra eliyle gözlerimin önüne düşen saç tutamını kulaklarımın arkasına sıkıştırdı. "Ne oldu?"
"Şu an düşünüyorum da, biz gerçekten nasıl dayanmışız, bu birkaç haftada? Ben şu an sensiz geçirdiğim birkaç günü düşündüğümde kalbime bir yumruk yemiş gibi hissediyorum, üç hafta boyunca nasıl dayanabildik?" diye uzun bir soru sorduğumda benden ayrıldı ve ellerimi kavradı.
Gözlerimin içine yeşillerini dikmişken "O günlerin hepsi sadece takvim olarak çizili benim için, gerçek hayatta o günleri yaşamış gibi hissetmiyorum. Çok zordu, Yazgı, benim hatam yüzünden senin yanımda olmamanı bilmek çok zordu." dedikten sonra ellerimi dudaklarına götürdü ve elimin tersini öptü. "Bir daha asla böyle bir şeyin yaşanmasına izin vermeyeceğim. Bir kez daha seni kaybetme düşüncesine kapılamam ben, kapılırsam benden geriye hiçbir şey kalmaz."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
L: Gece Katilleri
General Fiction"Hadi, koş!" Elimden tutarak beni çekiştiren Onur'a baktım ve yüzümde oluşan gülümseme kahkahaya dönüşürken ona ayak uydurup koşmaya başladım. Arkada ölü olarak yatan adamı umursamadım, çok da önemli değildi zaten. Koşmaya devam ederken arkamızdan...