Kendimi çoğu zaman bir kara kutunun içinde gibi hissederdim. Nedenini bilemiyordum, sanki beni sürekli dönmekte olan kafese hapsetmişlerdi, oradan kurtulmaya çalışırken de kara bir kutuya hapsolmuştum.
O kutudan kurtuluşum, babamı kaybettiğim zaman olmuştu. Çünkü, benliği var olmayan birisi, bir yere hapsolamazdı. Yaşıyordum ancak nefes almıyor gibiydim, tuhaftı. O zamanları hiçbir zaman anlatamazdım, çünkü kelimeler ifade edilebilmesi için fazla yetersiz kalırdı.
Hayatımın son dört yıllık döneminde, gözyaşlarımı hep saklamaya çalışırdım. Çünkü, geçmişin bana bıraktığı izleri, onlarla kapatmışken bazı zamanlarda gelen duygusallık hissim, onlara hakksızlık yapıyormuşum gibi hissettirirdi.
Zor zamanlarım vardı, ama onlar geçmişin tozlu sayfalarında kalmıştı. Dalgındım, yürüdüğüm yola bile dikkat etmiyordum, nereye gittiğimi bile tam olarak algılayamamıştım, birkaç dakika önce yaşadığım duyguların bıraktığı etkiler, hala silinmemişti zihnimden.
Onun yanına gitmezden önce her şeyin artık benim için iyi olduğunu düşünürdüm, iyileştiğimi, yara izlerimin sarıldığını. Ancak onun ismini mezar taşının üzerinde gördüğüm anda zihnimde kendine yer her bir düşünce yok oldu birden bire. Kendilerinin oraya ait olmadıklarını anladılar sanki, teker teker silindi hafızamdan.
Orada, tam o zamanda kalbimin içine doğru sızan bir sızı hissettim, her bir gözyaşım tekrar düştü kalbime, oraya yağmuru yağdırdı. Buz kestim, parmaklarımı bile kıpırdatamadım, öylece durmayı becerebilmiştim. Öyle bir andı ki, ruhumun hiçbir parçası yerinden kımıldayamadı, onlara bağlanmış zincirleri söküp atamadılar.
Etrafıma baktım dakikalar sonra. Evin önüne vardığımı anladığımda hızla kapıya doğru yöneldim ve eve girdim. "Yazgı," Onur'un sesi kulalarıma dolduğunda ona "Benim." diye cevap verdim. Yanıma gelince birkaç saniye bana baktı, ona "Ne oldu?" diye sorduğumda bana sorgular gibi bakmaya başladı.
"Sen, iyi misin?" diye sorunca gözlerimin hali nasıl diye düşünmeye başlamıştım.
"İyiyim, neden sordun?" Soruma karşılık sadece omzunu silkti.
"Hiç, öylesine." dedikten sonra mutfağa doğru gitmeye başladı. Ben de çok üstünde durmamasına sevinerek onu takip ettim. Çantamı çıkarıp bir köşeye atarken "Yemek mi yapıyorsun yine?" dediğimde başını salladı.
"Sıkılmıştım, sen gelene kadar bir şeyler yapayım, dedim."
Gülümseyerek yanına doğru giderken yanına ulaştığımda başımı omzuna koydum. "Hım, ne yaptın peki?" Arkaya dönerek fırının kapağını açtığında sevinçle konuştum. "Kalpli kurabiyeler."
Dudaklarını yanağıma bastırdığını hissedince ona sıkıcı sarıldım, burnum boynuma çarparken kokusunu içime çektim ve gözlerimi kapattım. Buydu işte, ne kadar tuhaf düşüncelerin sahibi olursam olayım, onun yanında her oluşum da, onunla geçirdiğim her saniyede biraz daha nefes alıyordum, yaşadığımı hissediyordum.
Duygularım ruhumda bir kargaşa yaratmıştı, farkındaydım ve bunu durdurmak için her saniye çabalıyordum ancak bazı zamanlarda kendimi o kargaşanın içine bırakıp onların arasında savrulup duruyordum.
İnsan, istemediği hiçbir şeyi yapmaz, diye fısıldıyordu o duyguların savaşı. En istemediği şeyi bile bir şeyi istediği için yapıyordur, dediği her saniyede haksız olduğunun farkındaydım. Hayat, öyle bir savaştı ki, size istemediğiniz şeyleri yaptıracabilecek bir güce sahip bir savaştı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
L: Gece Katilleri
General Fiction"Hadi, koş!" Elimden tutarak beni çekiştiren Onur'a baktım ve yüzümde oluşan gülümseme kahkahaya dönüşürken ona ayak uydurup koşmaya başladım. Arkada ölü olarak yatan adamı umursamadım, çok da önemli değildi zaten. Koşmaya devam ederken arkamızdan...